24 Mart 2013 Pazar

Malezya'da "Normal" Bir Yarış




   İlginç mi, garip mi yoksa tuhaf mı? Hangi kelimeyi seçmek daha doğru olur, emin değilim, yarış hakkında fikrim tam olarak ne, onu bile tam bilmiyorum aslında. Bu yarış için pek çok sıfat kullanabilirsiniz, ama "normal" demek mümkün değil.

   Antrenman turları ve sıralamalarda sürpriz gördük mü, ben hiç öyle bir şey hatırlamıyorum, sizin gözünüze çarpan bir şey de olduğunu sanmam. Peki ya yarış? Neler oldu, hala anlamaya ve üstesinden gelmeye çalışıyorum. O kırmızı ışıkların sönmesiyle F1 gündemi sarsıldı diyebiliriz, artık yeni bir dünyadayız, isterseniz kabul etmeyebilirsiniz, ama öyle.

   İlk garip olay Alonso'dan geldi, Vettel viraja çok içten girdi ve o viraja o kadar içten girerseniz hızlı dönmeniz pek mümkün değildir, Alonso bunu bilecek kadar iyi bir pilot, en azından ben öyle sanıyordum, bugün olanlara kadar. Alonso kendi hatasıyla en son ne zaman kazaya karıştı, hatırlayan var mı, benim için o kadar eski ki. Geçen yıl hiç hata yapmamış olan pilottan bahsediyoruz burada, hiç! Hatta ilginç de bir istatistik var geçen yıla ait, pilotların aldığı cezalar hakkında. En az cezayı alan pilot Alonso'ymuş, antrenman turlarında bile en az görülen pitte hız limitini aşma cezası bile yok, hiç ceza almayan bir pilot. Çok dikkatli olduğunu söylemek bile az kalır, ama önündeki aracın o virajda öyle yavaşlayacağını nasıl olurda göremez. Alonso, o sırada tam olarak neler düşünüyordun ki, belki de ilk viraja gelirken Vettel'e karşı nasıl meydan okuyacağını, onu nasıl geçeceğini ve hatta belki de geçen yıl berbat araçla bile şampiyonluk mücadelesi verirken bu araçla ne kadar kolay şampiyon olacağının hayallerine dalmıştı. Elinde şampanyasıyla 2 yarış kala podyumun üst basamağında sadece zaferini değil, şampiyonluğunu da kutlayacağını, takımın elinde 1st Alonso, World Champion yazılı t-shirt ve pankartlarla şampiyonluğu kutlamasını gözünün önüne getirirken birden bu rüya kısa sürmüş olmalı. Alonso, bilmiyorum şu an uygun bir zaman mı ama biraz uyanmalısın, çünkü az önce ön kanadını Vettel'in aracına vurarak kırdın, belki bu senin için bir şeyler ifade ediyor olabilir.



   Alonso, önceki yarışta Kimi'nin uyumasından ilham alarak kazanabileceğini düşünmüş olabilir, ama Kimi bütün gün uyuyan bir adam ve uykusunda bile ne yapması gerektiğini biliyor Fernando, sen bence uyanmalısın. Alonso da uyandı aslında, turu boyunca Webber'e geçit vermedi, bu kolay bir şeydi diyemem. Peki takım? Takım aslında güzel bir strateji düşünmüştü, bir kaç tur dayanıp, doğru zamanda pite girerek hatayı telafi etmenin yolunu bulmuşlardı ve kendileriyle gurur duyduklarına eminim, anında sorun çözüldü ve Fernando bu soruna rağmen yarışı kazandığında bu çok havalı duracaktı, değil mi? Değilmiş.

   Start düzlüğü sonunda arkadan gelen Webber'i durdurmasının imkanı var mıydı, sanmıyorum. Fakat hesaba katılmayan etki de tam buydu. Kanat düzlükte ve hızlı virajlarda yük ile başa çıkabilecek durumdaydı, peki ya kırılan tarafınızda birden bir araç belirir ve sizin hemen yanınızdan geçerse ne olur, onun türbülansından etkilenirsiniz ve kanadınız düzensiz bir hava akımıyla yalpalamaya başlar, üstelik de kırık bir kanadınız varsa, işte o zaman o kanat kırılır ve aracınızın altına girer, sanırım bu demek istediğimi en iyi Fernando biliyor, yanılıyor muyum?



   Kim mi hatalı? Alonso o teması yaşamamalıydı, takım durumu daha iyi değerlendirip başka bir müdahalede bulunsaydı, mesela 3-4 tur erken de olsa kuru zemin lastiklerine geçilebilirdi, elbette bu süre içinde çok zaman kaybı yaşayacaktı ancak tekrar pite girmek kadar çok zaman kaybetmezdi, üstelik de kanadı riske atmazlardı. Barrichello yağmur altında kaç tur kuru zemin lastiğiyle tur atarak yarış kazanmıştı? Fernando da aynısını yapabilirdi, bazen rakiplerinizden tur başına 3-4 sn yavaş olmayı tercih etmezseniz, yarışı bir çakıl havuzunda tamamlayabilirmişsiniz, bunu gördük.

   Bir de bu konuda Korhan Savran'ın yorumuna bakmak da fayda var; bu olayda 3 yerde hatalı olduğunu hem yayında hem de twitter üzerinde belirtti, hem Alonso'nun, hem takımın, hem de yarış yönetimin hatalı olduğunu kanısında. Neden yarış yönetimi, çünkü pist üzerinde tehlike arz eden bir araç varsa o aracın numarası ile bir uyarı yapılır ve siyah üzerine ortasında turuncu bir daire olan bayrak sallanır, bu ne demektir? Şu demektir; Bu aracın pite girmesi lazım ve tehlike arz eden sorunun giderilmesi lazım, bu şartlar altında yarışa devam etmemeli. Yarış kontrol sanırım takım ile aynı hatayı yaptı, Alonso'nun Webber'e direnebildiğini görüp, sorunun çok büyük olmadığını düşündü ve buna gerek duymadı fakat şu an görüyoruz ki, gerek varmış.

   Bu konuyu çok uzun tuttum, çünkü bunca olay içinde çok üzerinde durulmadı. Yarışa devam edelim; Rosberg Button'a karşı çok iyi bir mücadele gösterdi, benim için en güzel anlardı sanırım. Bu tür mücadeleleri seyretmeyi çok seviyorum, DRS ile yapılan GDO'lu geçişlerin aksine adrenalin diye adlandırılan hormonu salgılamamı sağlayabiliyorlar.

   Sonrasında Mercedes ile Hamilton'ın yükselişini gördük, RBR'leri tehdit edebilir mi diye düşünmedim değil ama Mercedes bir F1 klasiği haline gelen lastik kullanamama özelliği sayesinde bu yarıştan çabuk döndü ve meydan Webber ve Vettel'e kaldı, onlar da bir mücadeleye girişti, ama ne mücadele!

   Bu arada küçük olaylar olmadı değil, son ve büyük olaya gelmeden önce bu küçük noktalara değinmezsem olmaz. Mesela Hamilton nostalji kelimesinin sadece Muazzez Ersoy tarafından yapılmış ve tam sayısı kimse tarafından bilinmese de tahmini 200 albümden oluşan serisinden ibaret olmadığını anlamış olacak ki, küçük bir nostaljiden zarar gelmez dedi ve piti öncesi eski dostlarını ziyaret etmeden olmazdı. E tabi eski dostlarınızı yolda dahi görseniz en azından yanlarına gider bir selam verir, bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sorarsınız, Hamilton da tam bir beyefendi olarak üzerine düşeni yaptı ve yanlışlıkla hazırda bekleyen McLaren pit ekibinin arasına daldı, pit çalışanlarının uyarısından sonra yoluna devam edip kendi pit alanına yol alırken, bizim de yüzümüzü güldürdü, bunlar elbette çok normal hatalar. Yarışa konsantre olmuş pilotlar için bazı şeyler otomatikleşir ve Hamilton'da da öyle olduğunu sanıyorum, o da otomatik olarak McLaren pit alanına girdi

   Başka bir olay ise Bianchi'nin muhteşem performansıydı, yine. Önceki yarışta çok iyi iş çıkarmıştı ve bir pilot ilk yarışında bu kadar iyiyse ya çok yeteneklidir, ya da şanslıdır. Sıralama turlarında arka gruptaki en yakın rakibine 0.9 sn fark atan Bianchi için çok fazla söylenecek söz yok sanırım, bugün yarışta da arkasındaki grupla 30 sn'den fazla fark açtı zaten, bu kolay bir şey değil ve bu çocuğu çok yakından izlemek gerekiyor.

   Bu arada bir de Force India gerçeği vardı. Gerçeğini sorarsanız pek de sevdiğimi söyleyemem, olumsuz bir bakış açım olmasa da sempati de duymuyorum. Yine de bu yıl beklentim olan takımlardan birisi, ilk yarışta iyi bir performans gösterdikten sonra, bu hafta da antrenman ve sıralamalarda iyi gözüken takımı gördükten sonra arkadaşlarımla yarış öncesi küçük bir muhabbet ederken bir sözüm oldu, bu yıl Force India'da olacak gözüm, çok şey bekliyorum dedim, takım da dediğimi duymuş olacak ki pek çok şey verdi. Force India çalışanları, eğer bunu da okuyorsanız şunu açıklığa kavuşturalım, ben bunu kastetmemiştim. Yeni bijon sisteminde sorun yaşayan takım pit stop yaparken, daha doğrusu yapamazken sorunlar yaşadı. Bijon defalarca sıkıştı, çıkarmaya çalıştılar, bijonu tekrar sıkmaya çalıştılar, sıkamadılar, tekrar bijonlarla oynadılar, tekrar ve tekrar ve tekrar. Geçen yarışta bu konuda sıkıntı çekmeyen takım, bu hafta da antrenman ve sıralama seansında böyle bir sorun çekmedi sanırım, en azından ekranlara yansıdığını görmedim. Ancak yarış sırasında ne olduysa, bu sorun baş gösterdi ve sadece bir defa da yaşanmadı. Sorunu umarım kısa sürede çözebilirler, onların gerçekten iyi bir aracı var ve bunu başarıya çevirmeliler, takım bunu hakediyor.

   Pitler demişken, Button'ın da lastiği değiştirilirken yine bir McLaren klasiği yaşadık, sağ ön lastiği takılamayan Button hareketlendi ama hatayı farketti ve sorun giderildi. Eskiden olsa bu çok bariz bir lolipop adam hatası diyebilirdim ama artık elektronik bir gösterge var, dolayısıyla da lolipop adam görevini artık ben üstlendiğime göre, bu sanırım benim hatamdı, tüm McLaren taraftarlarından özür dilerim. Tabi şaka bir kenara, bu elektronik göstergenin anlık yanması da Button'ın hemen hareketlenmesine sebep oldu ve büyük bir zaman kaybı yaşadı.

   Diğer bir konu ise Mercedes'in takım emri, Rosberg Hamilton'a göre hızlıydı ancak takım bir risk almak istemedi ve bu çok normal. Beni az çok tanıyanlar bilirler ki, ben takım emirlerinin bu sporun bir parçası olduğunu ve normal olduğunu kabullenmiş biriyim. Sporun doğasına aykırı diyebilirsiniz, etik mi diyebilirsiniz, pek çok şey söyleyebilirsiniz ama bunu kabullenmek zorundasınızdır. Takım emirlerini görünce yaygara koparmak ancak gerçekleri kabullenmemektir, Polyannacılıktır. Ben ise olabildiğince gerçekçi yaklaşmanın daha sağlıklı sonuçlar vereceğini düşünürüm, neyse beni geçelim şimdi, konumuz Mercedes. Mercedes takımı bu yüzden bazı tepkiler almış olabilir ancak çok açıkça şunu söyleyebilirim, bu tepkileri gösteren kişiler kesinlikle haksızlar. Mercedes yıllardır başarı arayan bir takım ve bu yıl biraz daha iyi bir performansa sahipler, üstelik de bu yarışta lastik aşınma sorunu yaşamış bile olsalar 3. ve 4. pozisyondalar, bu koşullarda siz pilotlarınızın yarışmasına nasıl izin verebilirsiniz, bu riski nasıl alabilirsiniz? Düşünün ki bu iki pilot temas yaşadı, birinin kanadı kırıldı, pite girerek kaybettiğiniz zaman ne olacak? Peki ya bir pilot yarış dışı kalırsa, ya da hepsinden öte ya iki pilotunuz birden yarış dışı kalırsa? Buna ancak aptallık diyebiliriz ve Mercedes takımı aptal olmadığını gösterdi, Mercedes işleri duygularla değil, akılla yönetmeyi biliyor.



   Şimdi konuyu takım emirlerine de getirdiğimize ve yarışın bir çok göze batan kısmını da konuştuğumuza göre esas konumuza gelelim; Red Bull'da şimşekler çakıyor. Bu olayı bir pilotun kanadını alıp başka bir pilotun aracına takmak yada iki pilotun çarpışmasıyla karşılaştırmamak lazım, bu olay çok ama çok büyük bir olay.

   Öncelikle biraz geri gidelim, yarışın ortalarına. Vettel telsizden ne demişti; Webber'i önümden çekin. Erbatur Ergenekon peki ne cevap verdi; "Ne çekiyorsun sen, tavuk mu çekiyorsun?" Bence bu yorum zaten her şeyi anlatmak için yeterli. Siz bir pilotsanız, yarışmakla yükümlüsünüz ve bu bir takım sporudur. Takım sizden ibaret değildir, sizin pozisyonunuzun ne olduğunun hesabını yapan, sizin için strateji kurgulayan bir sürü çalışan var bu takımda. Peki Vettel ne yaptı dersiniz, bütün bunları bir kenara attı ve takım arkadaşını yolundan çekmelerini istedi. Peki sonuç ne oldu derseniz, takım bunun üzerinde fazla durmadı ve geçiştirdi, sonrasında neler olacağından habersizdiler tabii ki.

   İşte o ana gelelim, düzlüğün sonunda Vettel içeriyi kapatmış olan Webber'in sağına geldi ve kendisini duvarla Webber arasına sıkıştırdı, sonra da ataklarına devam etti, hatta bazen korkmadım değil, Vettel'in kanadını kıracağını düşündüm ama geçmeyi başardı. Yarış sonuna kadar arkadaşımla konuştuk, acaba ortada bir takım emri oldu mu? O takım emrinden şüphelendi, ben ise bu mücadelenin riskinin olduğunu düşünerek olmadığını düşündüm. Kısa zamanda gerçek ortaya çıkacaktı, bunu da araçtan indiklerinde anladım. Suratlar gülmüyordu, kimse durumdan memnun değildi, sanırım şimdiye kadar gördüğüm en kötü podyum bu, daha kötüsü olur mu derseniz, sanırım o yarışta bir pilotun ölmesi falan gerekir bunun için, tabii böyle bir şeyin olmasını asla istemem, sadece şunu demek istiyorum; yarışta ciddi kazalar yaşandığını gördük, önemli yaralanmalar da yaşandı ama yine de podyumda gülen yüzler görmüştük.



   Bir kurt beynimi kemirmeye başladı, Webber'in podyumda yüzü biraz gülüyordu ve şunu düşündüm; Galiba Vettel onun avantajına takım emri uygulamadığı için takıma kızgın. Başka ne olabilirdi ki, sadece Vettel takım onun arkasında olsun istedi ama takım iki pilotun yarışmasını seçti diye düşündüm, çok iyimsermişim.

   Bunu açıklayacak olan adam Webber'di, bunu biliyordum ve bekledim. Webber gayet açık bize her şeyi söyledi zaten, takım basit bir emir vermişti ve Vettel bunu hiçe sayıp risk almıştı ve Webber'i geçmişti, inanmakta zorlandım. Vettel bir şampiyon, 3 kez dünya şampiyonu olmuş, ki bu önemli bir başarıdır. Bunu nasıl yapabilir ki?

   Belki bazıları olayın abartıldığını düşünebilir ama altında yatanları düşündüğünüzde anlamanız çok daha kolay olacaktır, o yüzden bunu biraz açmam gerekiyor. Bunu yaparken adil olmaya çalışacağım ve her iki tarafın da gözünden olaya bakmaya çalışacağım.

   Vettel takım tarafından verilen emri uygulamak yerine rakibine atak yaptı. Bu ne anlama gelir; Siz takımın pilotusunuz ve takımda yüzlerce çalışan var, herkesin de işleri farklıdır ve bu spor bir takım oyunuysa herkesin görevine ve yaptığına saygı duymalısınız. Vettel kendisine verilen emri uygulamayarak açıkça bu kararın mantıklı olduğunu düşünen mühendisleri, bu emri veren koordinatörünü yani Horner'i, altında bulunan aracı tasarlayan Adrian Newey ve ekibindeki tüm mühendisleri hiçe saydı. Vettel bu kadar insanı bir kalemde silip attı ve kendi kararını uyguladı, sanki o insanlar başarıyı istemiyormuş gibi, onlar hiç doğru karar verme yetisine sahip değilmiş de bir tek o doğruyu biliyormuş gibi hareket etti. Kendi takımınızın kararlarına güvenmiyorsanız yapmanız gereken tek bir şey vardır, takımdan ayrılırsınız. Takımdan memnun değilse, emirleri uygulamıyorsa, şunu çıkıp söylemeliydi; Ben bu takımın benim başarılarımın önüne geçtiğini düşünüyorum, engellendiğimi hissediyorum, daha fazla bu takımla yarışmak istemiyorum. Bunu diyorsa, o pilot karakterli derim, kendince doğrularının peşinden gidiyordur, fikrlerinin arkasında duruyordur. Peki özür dilerse, işte o konuda pek de olumlu şeyler söyleyemem.



   Tabi şunu da düşünelim, Vettel aynı zamanda takım arkadaşına da ihanet etti, onu zor duruma düşürdü ve takım arkadaşı ile ilişkileri nasıl olacak merak ediyorum. Zaten takımla da ilişkileri bundan sonra nasıl olur, o konuyu da merak ediyorum ancak Webber'in gözünden olaya bakarsak çok daha büyük bir sorun var. Webber takım arkadaşının takım tarafından kollandığını düşünüyor ve şimdi ne yapacak merak ediyorum. Webber bir süre önce basına gençliğindeki gibi mücadele edebildiğini söyledi, bu da aslında takımla yola devam etmek istediğinin göstergesiydi bence, emekli olmak istediğini sanmıyorum ama bu olay? Webber bu olay için takımı suçluyor, bu açık. Düşünün ki tekrar benzer bir durum var pist üzerinde ve takım Webber'e yakıt tasarufu yapmasını söyledi telsizden; Webber şunu sormayacak mı; Vettel de takım emirlerine uyacak mı, bunun garantisini bana verebilir misiniz? Takım nasıl cevap verebilir, takım nasıl Vettel'e güvenip bunun garantisini verebilir? Bu yarışta Webber 2 kez pozisyonunun risk altında olmadığı konusunda güvence aldığını söyledi, tekrar olursa takım garanti verse bile nasıl takıma güvenecek? Peki takım Vettel'e nasıl güvenecek? Bunlar önemli sorular bence. Takım oyunu oynuyorsanız, takım arkadaşlarınıza da güvenmelisiniz, peki güvenmiyorsanız?

   Vettel'in açısından bakalım şimdi de; onun için sanırım tablo netti, o 3 dünya şampiyonu olan bir pilot ve yine şampiyonluk için yarışıyor. Şampiyonluk için yarışan bir pilot için 7 puan çok önemli. Vettel de bunu gözardı edemezdi ve zorlayarak zirveye çıktı. Düşünün ki son yarışta Vettel şampiyonluk savaşında ve 2 veya 3 puanla şampiyonluğu kaçırıyor, Vettel böyle bir olasılığı düşünmüştür ve bu 7 puanın onun için belki de şampiyonluk anlamına geldiğini düşünerek zorlamış olabilir. Bu konuda da Vettel kendi açısından haklı bir konumda elbette, bunu yadırgamıyorum. Hangi pilot önünde böyle bir fırsat varken bunu kaçırmak ister? Hangi pilot az farkla şampiyonluğu kaçırmak ve bununda sebebinin takım emri olmasını kabullenebilir. Vettel de doğal olarak bu güdüyle saldırdı ve 7 puanı aldı. Eğer sezon sonunda Vettel 6 yada daha az puan farkıyla şampiyon olursa, bunun sebebi burada verdiği karar olacaktır.

   Şimdi senaryoyu biraz değiştirelim; peki ya Vettel zorlarken bir kazaya sebep olsaydı. Mercedes örneğindeki gibi ya biri pite girmek zorunda kalsa, hatta yarışdışı kalsa hatta ya ikisi de yarış dışı kalsa... İşte o zaman ne olacaktı? Peki ya şöyle bir şey olsaydı; her iki pilotunda gerçekten az yakıtı olsaydı ve Vettel zorlayarak yakıtını tüketmiş olsaydı yada yarış sonrası yakıt kontrolü için deposunda yeterli yakıtı kalmamış olsaydı. Hatta daha da ötesi, Webber'i zorlarken Webber'i de aynı duruma düşürmüş olsaydı ve iki araç da kontrollerin ardından diskalifiye edilmiş olsaydı, Vettel nasıl açıklayabilirdi durumu? Takım, Vettel'in aldığı karar yüzünden, onun inatçılığı yüzünden double yapmak dururken iki aracıyla da diskalifiye olsaydı nasıl tepki gösterecekti Vettel'e?

   Vettel'in bugün yaptığı bir çok F1 severin gözünden düşmesine neden oldu, bu açık. Sonrasında özür dilerken, farkında değildim, isteyerek bu duruma sebep olmadım gibi sözler sarfetmesi de biraz saygısı kalmış olanların da son bir yudumluk saygılarını yitirmesine sebep oldu bence. En azından benim başarılı ve yetenekli olarak gördüğüm, hatta sevdiğim bir pilota karşı şu an içinde olduğum duygular bana böyle olduğunu söylüyor. Ben artık Vettel'in güvenilir bir pilot olmadığını düşünüyorum, takım oyuncusu değil.


   Ben şu RBR takımını yönetiyor olsam yapacağım şeyi size söyleyeyim, tabii bu sadece benim bakış açım, öyle olması gerektiği anlamına asla gelmez, benim doğrularımın evrensel doğrular olması gerektiğini düşünmüyorum elbette, ben sadece benim fikrimi size söyleyeyim; Webber'i yatıştırırım ve biraz beklemesi gerektiğini söylerim, Hulkenberg ile bağlantıya geçerim ve Vettel'in koltuğunu teklif ederim. Vettel ile de uzun uzun konuşur ve takım tarafından ona güven kalmadığını belirtir, sözleşmesini fesh ederdim. Benim bakış açım bellidir, güvenemeyeceğim biri ile asla iş yapmam, Vettel gibi bir pilotla çalışamazdım. Vettel'in de geleceği hakkında şimdiye kadar düşünülenlerin de şekil değiştirebileceğini düşünüyorum, mesela çok duyduğumuz bir söylenti de Vettel'in gelecekte Alonso'nun koltuğuna oturacağı, bence Ferrari şu an bu projeyi iptal etmeyi düşünüyordur, Bianchi'nin de neler yaptığını gördükten sonra Ferrari'nin planının Hulkenberg-Bianchi kadrosuna doğru dönmesi beni şaşırtmazdı açıkçası, hatta bence çok daha mantıklı olabilir.

   Çok uzattım ama bu yarış kısaca geçiştirilecek bir yarış değildi, sabrettiğiniz için çok teşekkürler.

18 Mart 2013 Pazartesi

Bu Sabah Yağmur Var Melbourne'de



   Uyku problemleriyle ilk yarış haftasonunda sorun yaşayanlar elbette sadece biz değildik, Woking'de McLaren yetkililerinin neler konuştuğunu merak ediyorum. Peki sizce Milton Keynes'te neler dönüyor, Horner'ın yüzünün güldüğünü hiç sanmıyorum. Maranello'da bayram havası olduğunu düşünebilirsiniz ancak öyle olduğunu hiç sanmıyorum, Fry takımdakileri kırbaçlamaya devam etmek zorunda olduğunun farkında. Enstone'da mutluluk olduğu açık ama onlar da kalan yarışlar konusunda emin değillerdir.

   Beklenilen gün geldi, Melbourne'de ilk yarışı izledik ve kimin neler yaptığını gördüğümüzü sanıyoruz, ama itiraf edelim ki aslında hala hiç bir şey belli değil, geçen yıl olanlar gibi büyük bir karışıklık beklemiyorum ama Melbourne'deki pist koşullarının tabloyu tam olarak görmemizi engellediğini düşünüyorum. Sıralama turlarındaki kargaşayı zaten hepsinden ayrı tutuyorum.

   Sıralama turlarının kısa özeti aslında 10 dk erteleme cümlesi oldu, sonra 20 dk, sonrası malum. Q1 ile moraller yerine gelmişti aslında, sonlarda tur süreleri de iyileşince Q2 ve Q3'te doğru düzgün turlar görebilek için umutlanmıştım ama yağmur... Q2 ve Q3'in ertelenmesi konusu aslında karışık, gerçekten gerekli miydi derseniz, farklı bir tartışma konusu aslında. Aslında bu konuda etkili olan sanırım pist üzerindeki yol çizgileriydi. Yol çizgileri çok kaygan bir yapıya sahipler, Hamilton ve Massa'nın spinlerinde de zaten arka tekerleklerin bu çizgi üzerinde patinaja başlaması sonrası gerçekleştiğini unutmamak lazım. Yağmur yüzünden bu çizgiler tehlike yarattı sanırım, en azından Charlie Whiting böyle düşünmüş olmalı. Bu tabii ki hiç bir izleyiciyi mutlu etmedi, ben de dahil ve eski yarışlardaki gibi pilotların araçlarla boğuşmasını ve gerçek pilotajları görmek istediğimden olsa gerek, FIA'nın bu kararından hoşnut olmadım.


   Sıralamaların Q2 ve Q3 bölümünde de pist sıcaklığı düşüktü, önceki gece yağan yağmurun etkileri hala sürüyordu ve seans boyunca tur süreleri değişkendi. Pistin ısınmasıyla beraber kuruyan kısımlar gördük ve tur süreleri gittikçe arttı. Bunun tek avantajı da araçları sürekli pistte görmemiz ve canımızın sıkılmaması oldu, ancak sıralama seanslarında ortaya çıkan tablo çok gerçekçi değildi. Bunu zaten sıralama sonrası sosyal medya üzerinden de söylemiştim.

   Sıralama sonrasında sosyal medyada gördüğüm genel kanı, RBR'nin yine baskın bir araca sahip olduğu yönündeydi, bir çok kişi Vettel'in 4. şampiyonluğuna kesin gözüyle bakıyordu, bu sadece pist koşullarının getirdiği bir yanılsamadan ibaretti, sonrasında bunu görmüş olduk.


   Şimdi yarışa gidelim, 5 kırmızı ışığın söndüğü, kalplerin damarlara kan yerine adrenalin pompalamaya başladığı an. Ferrari'nin geçen yıl da start anında çok iyi kalkışları olduğunu biliyoruz, bu açıdan bir sürpriz olmadı ama itiraf edin, Webber hiç bu kadar kötü start almamıştı. Webber zaten iyi start alan bir pilot olmamıştır hiç bir zaman, ama bu start gerçekten kötüydü. Ferrariler Vettel'i zorlamaya başladığında kaç kişi Kimi'nin ne yaptığını anlayabilmişti? Ferrari ikinci pit stoplarda Alonso'yu erken pite alarak Vettel'in önüne geçmesini sağlarken, Massa için ise işler tam tersine döndü.


   Massa-Alonso konusunda pek çok yaygara koptu tekrar, Ferrari Alonso için yine Massa'yı gözden çıkardı diye yorumlarla çok sık karşılaştım ancak ben bu konuda aynı fikirde değilim, zaten yarış sonrasında Massa da konuya açıklık getirdi. Pite girmeme kararının kendisine ait olduğunu söyleyen Massa, kendisinin almak istemediği riski Alonso'nun aldığını ifade etti. O sırada hem Massa'nın hem de Alonso'nun lastikleri iyi performans verebiliyordu ve Vettel'in ne zaman lastiğinin biteceğini ve pite gireceğini takım bilmiyordu. O anda pite giren pilot kesinlikle kumar oynamış olacaktı ve Alonso bu riski aldıktan sonra Vettel'i pitte gördük, Ferrari'nin de istediği buydu. Bunun takım emri gibi bir şeyle alakası yoktu, çünkü Vettel'in lastikleri iyi olsaydı ve önü açıkken iyi turlar atmış olsaydı Alonso ile farkı açmış olabilirdi.

   Ayrıca kısa bir not düşmek isterim; Ferrari tek pilot stratejisini seven bir takımdır, ancak gerçekçi olalım, bu daha ilk yarıştı. Ferrari Avrupa yarışlarının ortalarına kadar pilotlarını serbest bırakır, pilotlarından biri şampiyonluktan koptuğu an, o adamın ipi de çekilir. Eğer Massa önceki yıllarda şampiyonada iddialı olabilmiş olabilseydi durumların çok daha farklı olabileceğini düşünmüşümdür. Kimi-Massa konusunda da mantıklı olan Kimi'yi seçmek gibi olabilir ancak 2008'de Massa başarılı oldu ve takımın 1. pilotu olmuştu, bu yıl da Alonso sorun yaşarsa Ferrari için durumlar çok net olacaktır, çünkü Ferrari 1999 yılında çok önemli bir şey öğrendi, bazen 1. pilotunuz sezonu kapatabilir. Schumacher'in İngiltere'de yapmış olduğu kaza sonrası takım Eddie Irvine üzerine oynamak zorunda kalmıştı hatırlarsanız, o yüzden sezonun ilk yarısında bu ayrıma girmenin hata olacağının onlar da farkındalar. Yine de Ferrari diğer takımlara göre bu konuda kararını diğer bir çok takıma göre çok daha erken verdiği için tepki çekmesi de doğal, bu da onların politikasıdır, seversiniz yada sevmezsiniz ama bu onların kararı, ben saygı duyuyorum.



   Neyse bu kısa nottan sonra yarışa devam edelim, Alonso'nun arkasındaki Vettel arayı kapatmaya başladı ancak görünen o ki, Ferrari'ye göre daha çabuk lastik ısıtabilse de bir o kadar çabuk lastik tüketen bir araç, Alonso lastiklerini ısıttıktan sonra farkı rahatça açtı.

   Hamilton, Sutil ve Kimi ise bu sırada farklı bir strateji uygulamıştı. Onlar hala tek pit stop yapmışlardı ve ilk 3 sırayı ele geçirmişlerdi ancak Hamilton ve Sutil bitmiş lastikleri ile Alonso'ya savunma yapmaya çalışsa da başarılı olamamaları çok normal. Kimi için ise işler çok farklı boyuttaydı, o yeterince öndeydi ve yarış boyunca uyguladığı strateji sayesinde lastiklerini çok zorlamadan ve mücadeleye girmeden rahat bir yarış çıkarmıştı. Alonso farkı kapatmaya başlasa da bilmediği şey aslında Kimi'nin lastiklerinin saklamış olmasıydı. Kimi temposunu yükseltti ve Alonso yapacağı bir şey olmadığını anladı, bu arada Sutil'i geçmeye çalışırken ve Caterham'a tur bindirmeye çalışırken kilitlediği frenlerinin aşındırdığı lastikleriyle performans kaybetti.

   Kazanan Lotus oldu, ama araç gerçekten hızlı mı? Kimi'nin yarış boyunca trafikten nispeten uzak durduğunu ve lastiklerini zorlamadığını söylemek lazım, Alonso'nun koşullarına göre çok daha rahat bir yarış geçirdi, bu iki aracı eşit koşullarda gördüğümüzde hangisinin hızlı olduğuna karar verebiliriz, ancak şu an benim gözüme çarpan Ferrari'nin daha hızlı olduğuydu.



   RBR'ye gelirsek; Horner'ın söylediklerine bakarsak, hava sıcaklığının düşük olmasından olumsuz etkilendiklerini, bu yüzden beklenildiği gibi bir sonuç alamadıklarını söyledi. Daha farklı koşullarda RBR iddialı olabilir mi, neden olmasın. Bu yarışa bakarak onları gözden çıkarmak büyük bir hata olur. Aracın temelinin eski olmasından dolayı gelişmenin yavaşlaması beklediğim bir şeydi ama bu RBR'nin hala bazı pistlerde favori olabileceğini düşünüyorum, RBR taraftarı kesinlikle umutsuz olmamalı.

   McLaren bu yarış ortalarda gözükmedi, araçtaki sorunun doğru ayar aralığının çok az olduğu söyleniyor, ancak sonraki yarışlarda bazı güncellemeler ile bu aralık genişletilebilir mi, yoksa sorun daha da büyük bir şey mi? Button sorunun çözümü uzun zaman alacak dedi, McLaren önceki yılın aracı ile yarışma gibi bir plandan uzak durmak istiyor çünkü ellerindeki aracın potansiyeli olduğunu biliyorlar, ellerindeki veriler bunu gösteriyor, sadece o potansiyeli alabilecek koşulları sağlamaları gerekiyor. Ben ne bekliyorum; Avrupa'da geri dönmüş güçlü bir McLaren bekliyorum. Olur mu, temennim olması yönünde.

   Perez ise başlı başına ayrı bir konu, ilk yarış iyi iş çıkarmadığı ortada, Button'a karşı mağlup oldu. Perez'in toparlanması gerektiği açık. Bu konuda çok fazla şey söylemek istemiyorum, çünkü Perez için söylenebilecek bir şey yoktu yarışta, gözle görülür bir mücadelesi olmadı ve ilk 5 takımın pilotları arasında son sıradaydı.



   En büyük hayal kırıklıklarından birine gelirsek, Sauber aracında çıkan hidrolik arızası yarışa kadar çözülemedi ve Hulkenberg Sauber ile ilk yarışına bu sebepten katılamadı. Bu çocuk ilk F1'e geldiğinde değeri bilinmedi, ben bir sene daha kalmasını isterdim, ancak şimdi değeri anlaşılmış gibi gözüküyor. Gerçeğini isterseniz, bu çocuğu izlemeyi seviyorum.

   Orta sıralar için, Force India güzel bir başlangıç yaptı, en azından Sutil için bunu söyleyebiliriz. Sutil aradan geçen zamanda sanki her günün F1 aracında geçirmiş gibi bir yarış çizdi, bilmeyenler onun spora uzun bir aradan sonra döndüğü tahmin edemezdi. Sutil'in dönüşünün ne kadar doğru bir karar olduğunu görmüş olduk, teşekkürler Force India. Bu arada gözden kaçmasın, Sutil biraz daha ekrana geldiği için göze batmış olabilir ancak Di Resta da onun hemen arkasında bitirdi yarışı, bu aslında Force India'nın performansını bize gayet güzel gösteriyor.

   Arka sıra mücadelesine baktığımızda da, Marussia geçen yıl başlayan ivmesine devam etmiş, Caterham karşısında daha hızlıydılar, umarım Marussia daha da gelişir ve orta sıra takımlarıyla mücadele verebilir. Marussia bir rus şirketi ve kazanılan başarılar Rusya'nın F1'e ilgisini arttıracaktır, F1 için bu pazar önemli ve Marussia'nın başarılı olması, Rusların F1'e daha çok para akıtması anlamına gelebilir. Daha fazla Rus sponsor görmek, neden olmasın.

 

    Bu yarışta ortaya çıkan tablo az çok bu şekilde, ancak başında da dediğim gibi bu senaryo diğer yarışlarda değişebilir. Şimdilik en hızlı araç Ferrari'de. Sezon öncesi testlerinden önce Fry bir şey demişti; Melbourne'de en hızlı aracın Ferrari olduğunu görmeden mutlu olamam. Ferrari de testlerde hiç bir zaman hızlı olduklarından tam olarak emin olamadığı için suratlar asıktı ve bu yanlış yorumlandı ve Ferrari'den beklentiler düşük tutuldu bazılarınca. Benim anladığım ise şu, Ferrari'nin amacı şampiyonluğu son yarışa bırakmamak, çünkü hem 2010 hem de 2012'de son yarışta şampiyonluğu kılpayı kaçırdılar, bunu tekrar yaşamak istemiyorlar, takım artık mücadeleci bir araç değil, en hızlı aracı istiyor ve bunda da haklılar, son yarıştaki şampiyonluk baskısı yüzünden kaybedilenleri gördükten sonra bu çok normal. Bu sezonun flaş takımı olmak için en büyük aday Ferrari, bu yıl Ferrari hakkında çok yazıp çizeceğiz gibi duruyor.

   Güzel bir yarışla başlayan sezon, aynı güzellikte geçsin, McLaren de bu yarışa dahil olsun isterim. Hamilton aracı izin verdiği sürece ve Kimi de şampiyonaya ortak olursa ilginç bir mücadele olacak, tadından yenmez denir ya, bu sezon tadından yenmesin, teşekkürler.

11 Mart 2013 Pazartesi

McLaren'e motor lazımdı, siz de var mı?



   McLaren'in Mercedes ile olan ortaklığı mı, yoksa motor ortaklığı mı demek lazım bilmiyorum, Mercedes uzun süredir McLaren için bir motor ortağından öteydi. Aralarındaki bağın sıradan bir bağ olmadığını çoğu zaman düşündüm ama artık bu ortaklığın sonlarını yaşıyoruz. Mercedes 3 yıl önce kendi takımı kurarak bir şeyleri kendi başına başarmak istediği an bu başlamıştı zaten.

   Mercedes 1955'te yaşadığı trajik LeMans kazasından sonra spordan çekilmişti ve o zamandan bu yana kendi takımıyla hiç bir zaman sporda yer almadı. Elbette Mercedes'in motorsporları tarihine daha derinlemesine bakacak olursak, 1930'lara dönmek gerekir, "Silver arrows" isminin doğduğu günlere. Mercedes o yıllarda çok iyi araçlar üretti ve grand prix yarışlarında çok önemli başarılar elde ettiler. Yarışan tüm pilotların hedefi Almanların önüne geçebilmekti. İtalyanların da onlardan aşağı kalmaya niyetleri yoktu tabii ki, Fiat, Maserati ve Alfa Romeo (o zamanlar aynı grup altında olmayan markalar) Mercedes'i zorladı ve daha kalıcı olabildiler. 1950'de F1 adıyla yapılan yarışlarda en başta İtalyanların başarısını gördük, ancak Mercedes II. Dünya savaşının yaralarını sardıktan sonra 1954'te spora döndü ve Fangio ile anlaşarak güçlü bir başlangıç yaptı, 9 yarıştan 4'ünü Mercedes kazandı. 1955'te de 7 yarıştan 5'ini Fangio ve Moss'un kullandığı Mercedes araçları kazandı, Mercedes çok güçlüydü, o dramatik güne kadar.



   Tarih 11 Haziran 1955, 24 saatlik LeMans yarışı... Mercedes koltuğundaki isim Pierre Levegh... Ön sıralar için yakın bir mücadele yaşanmaktadır. Bu mücadele sırasında önde yer alan bir Jaguar pite girmek için yavaşlar, pit girişinde onun yavaşlamasından dolayı onun arkasında yer alan Austin-Healey takımının aracı da yön değiştirir ama arkasından Levegh gelmektedir, Levegh'in kaçınmak için zamanı kalmaz, önündeki araca çarpar ve seyircilerin arasına savrulur, Fangio bu karmaşanın içinde sağ salim geçebilmiştir ancak, kazanın sonuçları ağırdır, resmi ölü sayısı 84'tür (Levegh dahil). Bunun üzerine Mercedes F1 tarihinden silinir ve yola motor üreticisi olarak devam ederler, uzun süre Ilmor markası ile takımlara motor sağlamışlardır. Son önemli birlikteliği McLaren'le olan Mercedes, 2010 yılında tekrar pistlerde kendi takımıyla yer almıştır.

   Bu kadar tarih dersi yeter, şimdi bugüne dönelim. Mercedes artık kendi takımıyla başarı kazanmak için çaba harcıyor ve McLaren de her zaman şampiyonluk için yarışan bir takım, artık bu iki takım rakip konumunda oldukları için eski dostluğun şekil değiştirdiğini söylemek yanlış olmaz. Önümüzdeki yıl motorların V6 turbolara geçmesinin yanında bir önemli fark daha var, motor gelişimleri artık serbest olacak. Bu da üreticilerin ve müşterilerin artık aynı kalitede motorlar ile yarışacağının bir garantisi olmayacağı anlamına geliyor. Ferrari ve Mercedes zaten kendi motorunu kendisi üretiyor, Red Bull Racing ise Renault ile yakın bağlar kurdu ve 2014 motorları için ortaklaşa çalışıyorlar. Bu senaryoda McLaren'in Mercedes ile yola devam etmek yerine yeni bir başlangıç yapması aslında normal karşılanabilir. Peki McLaren yola nasıl devam edecek, işte milyon dolarlık soru da bu.

   Bu yıl içinde iki farklı söylenti çıktı. İlk söylenti, satışa çıkmış olan İngiliz motorsporları devi Cosworth'ün McLaren tarafından satın alınacağı yönündeydi, daha sonra McLaren bunu yalanladı, sonrasında ise Honda ile McLaren arasında bir ortaklık kurulacağı yönünde spekülasyonlar çıktı, hatta BBC McLaren'in 2015 yılı için Honda ile yarışacağını iddia etti ancak Whitmarsh Mercedes ile 2014 ve 2015'i kapsayan bir anlaşmaları olduğunu söyleyerek cevap verdi, peki ama McLaren gerçekten nasıl devam edecek? Sanırım kimse McLaren'in Mercedes ile devam edeceğini düşünmüyor. O yüzden bunu biraz irdelemek ve analiz etmek gerekiyor.



   Honda ile başlayalım, şu an McLaren için en olası senaryo olarak gözüküyor. Aslına bakarsak Honda ile McLaren yakın zamanda da beraber çalışmışlardı, 1988-1992 yılları arasındaki birliktelikleri oldukça başarılıydı. 4 şampiyonluk ve 1 de ikincilikle sonuçlanan bu birlikteliğin tekrar olmaması için hiç bir sebep yok. Tabii ki biraz gerçekçi olursak, Honda'nın bir süredir spordan uzak olmasının ve diğer üreticilere göre motor geliştirmek için biraz geç kalmış olduğunu da hesaba katmak lazım. Bunlara ek olarak Honda henüz spora geri döneceğini de doğrulamadı, hala bir projeden ibaret olabilir. Bu birlikteliğin 2014 yılı ile başlayacağını da beklememek lazım, belki 2015 yada 2016 yıllarında olmasını beklemek daha doğru olabilir. Honda iddialı bir giriş yapmak istiyorsa 2015 yada 2016 yılında kadar çalışması daha mantıklı. Sporda olmadıkları için prototip motorunu 2014 yılında istediği gibi test etme şansı bulurlarsa diğer üreticilere göre avantaj elde edebilirler.

   McLaren de böylece beraber çalışacakları bir ortak bulduğu için diğer takımlara göre dezavantajlı olmayabilir. Eğer Honda da McLaren ile başarılı olabilirse gridde başka müşteriler bulması mümkün, iki taraf için de kazançlı olabilecek bir seçenek ve kesinlikle bu olasılığı küçümsememek gerekiyor. Böyle bir birliktelikle beraber Honda'nın marka değeri de yükselebilir, şirket bunu mutlaka düşünecektir, hatta bana sorarsanız Honda'nın spora girişinin kararı da McLaren'in kararına bağlı olabilir. Honda F1'e girme kararı alacaksa iddialı takımlardan biriyle girerek başarı kazanmak isteyecektir, küçük takımlara motor satmak gibi bir hedefleri olduğunu sanmıyorum. Cosworth'ün bile spordan ayrılıyor olması, küçük takımlara motor sağlamanın çok karlı olmadığını gösterdi, küçük takımlar biraz farkla daha fazla başarı kazanmış motorlara geçmeyi tercih edebiliyorlar. Honda'nın da motorunu çok ucuza satarak kar elde edebilmesi için en az 4-5 takıma motor satması gerekir, ki bence imkansız.Bu açıdan Honda-McLaren arasında şimdiden bir birliktelik var gibi, eğer McLaren Honda ile yarışacaksa bu iki tarafın da beraber duyuracağı bir haber olur. McLaren yola Honda ile devam etmeyecekse de Honda'nın tek seçeneği Lotus ile spora girmek olur, ancak onun da mümkün olacağını düşünmüyorum, Renault ile sıkı bağları var.



   Diğer taraftan her ne kadar yalanlanmış olsa da bence en doğru seçenek olan Cosworth'e gelelim. McLaren Cosworth'ü satın alma gibi bir seçeneği bence ciddi anlamda düşünmeli, kolay bir karar değil ama bu iki İngiliz devi güçlerini birleştirirse bir efsanenin temelini atabilirler. McLaren Cosworth ortaklığı, McLaren için Ron Dennis'in takımı satın almasında olduğu gibi büyük bir adım olabilir.

   Öncelikle Cosworth bir çok kişinin tam olarak bilmediği bir firma, son yıllarda hiç bir iddialı takım tercih etmediği için kıymeti yeterince anlaşılamadı. Cosworth motorsporlarında çok önemli bir isim, bir çok önemli başarısı var ve pek çok farklı mühendislik hizmeti veriyorlar, havacılıktan savunma sanayine kadar çok geniş bir yelpazede hizmet eden bir marka. Ayrıca efsane olmuş bir çok otomobilin de gelişiminde imzaları var. İlk akla gelen Ford Escort Cosworth elbette, rallideki başarıları halen hatırlanan bir araç. Yine F1'de motor sınırlanması getirilmeden önce Cosworth'de 20.000 rpm devrini gördük, başka 20.000 rpm çeviren motor oldu mu bilmiyorum ama ben hatırlamıyorum.

   Cosworth'ün satışa çıkmasındaki sebep aslında kötü durumda olmaları değil, firma sadece operasyonlarını genişletme hedefinde ve büyük bir adım atmak için paraya ihtiyaçları var, firma asla ölü yatırım olarak görülmemeli, aksine geleceği parlak bir yatırım. Şirketin uzmanlık alanı motor teknolojileri ve McLaren de ise olay tam tersi, F1 takımı olmanın yanında McLaren büyük bir mühendislik şirketi ancak motor konusunda uzmanlıkları yok. Bu iki isim aslında yap-bozun parçaları gibi birbirlerinin eksiklerini tamamlar haldeler, ayrıca iki firmanın da İngiliz olmasının getirdiği bir çok kolaylık olacağını da düşününce hayal gibi diyebiliyorum.

   Ayrıca spor otomobil sektörüne giriş yapma konusunda önemli bir adım atan McLaren'in en önemli sorunu bu konudaki deneyim eksiklikleri. MP4-12C hedefindeki gibi 458'e mağlup oldu, şimdi sırada P1 var ve kağıt üzerindeki rakamlara bakarsak LaFerrari yine önde gibi gözüküyor. Tabii spor otomobillerde kağıt üstündeki verilere değil de aracın ruhu önemlidir, sürücüye verdiği keyif baz alınır, MP4-12C'nin de başarısızlığı buydu. Ferrari yıllardır spor otomobiller üretiyor ve doğru formülü biliyorlar, ancak McLaren bir mühendislik şirketi ve rakamları baz alarak çalışıyorlar, spor otomobil dinamiklerini henüz tam kavrayabilmiş durumda değiller. Cosworth ile bu sorunu aşabilirler. Ayrıca otomobil sektörüne girmiş olan McLaren'in Cosworth gibi bir motor üreticisine sahip olması bulunmaz nimet olurdu. Cosworth'ün de bu birliktelikten karlı çıkması mümkün, McLaren markasının değerini kullanacaklar, McLaren'in ECU operasyonlarını büyük ihtimalle devralırlar ve geliştirirler, ayrıca McLaren'deki motorları onların motor sektöründeki pazarını arttırır.



   Tüm bunlara rağmen sorun şu ki; Mercedes elindeki McLaren hisselerini takıma sattı ve McLaren'in elinde yeterli para olduğunu sanmıyorum, Cosworth ise onların operasyonlarına destek olacak paralı bir müşteri arıyor. Aslında McLaren de Cosworth'ün durumunda, daha büyük yatırımlar yapmak için paraya ihtiyaçları var. Birbirine çok iyi uyum sağlayabilecek iki mühendislik firması, iki İngiliz motorsporları efsanesi, ancak ikisi de paraya ihtiyaç duyuyor, üzücü.

   Benim fikrim, 2014 yılında sürpriz olmaz, McLaren Mercedes ile yola devam eder, ancak bu biraz da zorunluluktan olacak gibi. Honda 2015'te spora dönecekse, bu da McLaren Honda ile yarışacak demektir. Cosworth ise F1 tarihinden silinecek gibi, en azından şimdilik böyle. Tabii iki şirket para sorununa rağmen, biraz dişini sıkma ve sabretme kararı alırlarsa, ortaya muazzam bir İngiliz devi çıkabilir. McLaren-Cosworth benim görmek istediğim birliktelik ama sadece bir hayalden ibaret olacak sanırım.

   Bu arada bu yazımda hatalarım olmuş olabilir, affedin ancak sağlık sebepleriyle çok üzerinde durma şansım olmadı, bir sonraki yazımda kendimi affettirebilirim umarım, teşekkürler.

3 Mart 2013 Pazar

Otomobilleri neden sev(m)iyoruz?




   Blog yazmaya yeni başlamam ile ben de online motorsporları ve otomobil dünyası medyasının bir parçası haline gelmiş oldum, her ne kadar rolümün çok önemsiz olduğunun farkında olsam da bu konuda bence söylenmesi gereken pek çok şey olduğunu düşünüyorum. Bu yazı aslında uzun süredir kafamdaki düşüncelerin, kendi içimdeki çelişkilerin bir çeşit dışa vurumu. Buna da vesile olan kişi aslında Burak Ertem'den başkası değil.
 
   Türkiye'de motorsporlarına ilgisizlik olduğunu söylemek için uzun süren araştırmalar yada anketler yapılmasına gerek yok sanırım. Motorsporlarına karşı bu ilgisizliğin sebeplerine bakarsak bir çok neden söyleyebiliriz, eminim herkesin bu konuda söyleyecek iki çift lafı olacaktır. Hayatımızda yer kaplamayan bu sporlara karşı ilgi olmaması da şaşırtıcı olmuyor, peki ya otomobiller?

   Otomobil sahibi ailelerin, olmayanlara göre çok büyük oranda olduğunu söylemek lazım. Hayatımızın bir çok aşamasında yer alan araçlar ve bir çok kişinin de ilgisi diyebiliriz diyoruz dışarıdan bakınca. Araçlarını her hafta oto kuaföre götüren bir çok insan tanıyorum, otomobillerine aşık insanlar. Yine de sanki bir şeyler hala yolunda değilmiş gibi bir his var içimde. Otomobil medyasına karşı büyük bir ilgisizlik olduğunu düşünüyorum ve bunu anlamak için dahi olmaya gerek var mı bilmiyorum, şöyle bir Türkiye'deki yayınların satış rakamlarına bakmak yeterli bence. İnternet dünyasında da işler çok farklı değil, ilgi çok düşük. Sıradan bir aracın adını google'dan aratın ve çıkan sonuçların satılık araba ilanları olduğunu görün. Bütün ilgimiz bu aslında, yeni bir otomobil satın alırken birden özelliklerini ezberleyen adamlar oluyoruz ama satın aldıktan sonra her şey bitiyor. Kendi aracımızdan başka hiç bir araca ilgimiz kalmıyor.



   Bizim otomobil kültürümüz var mı peki diye düşünmeden edemiyorum. Otomobilleri anlamadığımız ve onların dünyasına ilgi göstermediğimiz bu koşullarda Türkiye'de otomobil medyasının işlerinin ne kadar zor olduğunu hep düşünmüşümdür. Buna sebep olarak, aklıma gelen nedenlerin ilki ekonomik sebeplerdi. Bu insanlar acaba otomobilleri seviyor ancak dergi satın alacak ekonomik koşullara mı sahip değiller diye düşündüm. Bir süre sonra farkına vardığım şey şu oldu, online ortamdaki ücretsiz mecraları takip edenler kişiler belirli kişiler ve bunların zaten çoğu yazılı basını da takip eden kişiler. Belli bir meraklı kitlenin ötesinde otomobillere ilgili olan kişilerin sayısı çok az ve dergilerin de ekonomik koşullardan dolayı başarısız olduğu kanısından vazgeçtim.

   Diğer bir neden ise, Avrupa'daki yayınlar ile Türkiye'deki yayınların kalite farkı oldu. Türkiye'de bu işi zor koşullarda yapan abilerimi ve kardeşlerimi eleştirmeye çalışmıyorum, ancak eminim onlar da farkındadır ki, kalite konusunda eşit koşullar yok. Araç testlerinin çok yetersiz olduğunu görüyorum, aracın teknik özelliklerinden bahsetmek, bir kaç değişen çizgisinden bahsederek yorum yapmak ve bitti. Aracın hisleri hakkında hiç bir fikrimiz olmuyor, karaterini bilmediğimiz bir aracın nasıl test edildiğini anlayamıyorum. Bununla kalmadığını da belirtmem lazım, dergicilikte yazının yanında fotoğraflamanın da önemli bir husus olduğunu unutmamak lazım.






   Amatör fotoğrafla uğraşımın yanında fotoğraf okumayı ve kompozisyon oluşturmayı öğrendiğim için, belki de benim gözüme daha çok batan bir konu oldu. Avrupa basınındaki fotoğraflar ile Türkiye'deki medyanın çektiği fotoğraflara baktığım anda fotoğrafın hangi medyaya ait olduğunu ayırdedebiliyorum. Farkların en başında yer alan şey şu; biz otomobili kadraja sığdırıp çekiyoruz, ışığın yada arka planın hiç bir anlamı yok. Avrupa'da ise doğru ışığın ne zaman ortaya çıktığından tutun, aracın fotoğrafının nerede çekilirse arka planın o aracın estetiğini destlekleyeceğine ve aracı ortaya çıkaracağına dair pek çok karar alınıyor. Otomobil fotoğrafçılarının sabahın 4'ünde uyanması çok normal olan şeyler bu açıdan.

   Peki sorun bizim medyamızda demek aslında bir kaçış. Şimdi biraz da bakışımızı farklı yöne kaydıralım. Peki bu medyanın zor durumuna karşı elindekilerle bir şeyler yapmaya, bir şeyleri inşa etmeye çalışan kişiler neler düşünüyor, onların içindeki sesler ne? İşte bunun cevabını EVO Türkiye'nin Editörü Burak ERTEM Ocak sayısında veriyor.

   Burak ERTEM benim için çok anlamlı bir yazı yazdı ve oradan bazı küçük cümleleri size aktarayım;

   -"Daha önce de bahsettiğim gibi, İngiltere evo'daki benim koltuğumda oturan meslektaşımın garajında bir kaç farklı süperotomobil olduğu gibi tekne gibi ulaşım araçları da mevcut"

   -"Uçaktan inip hiç otomobil kullanmadan otelin havuzuna, barına yetişmek isteyenler var. Ve bu insanlar bazı marka yöneticileri tarafından daha çok önemseniyor"

   - "...firmalar test otomobillerinin içinde bırakın yaşamayı, tabiri caizse sadece fotoğraflarını çekip geri bırakacak kadar bir süre için verdikleri oluyor. Bunu bir lütuf olarak görüyorlar. Bazı markaların görüşlerinin şu şekilde olduğunu düşünüyorum 'Bizler otomobile açız, kendi otomobillerimiz yok, bu nedenle ne kadar kullanırsak, dolaşır işimizi görürsek kardır' "

   -"Mecralar artık kolay satın alınabiliyor. Kendi kazancımıza göre bir kaç basamak yukarıda olan mekanlarda yemek yeniyor, konaklanıyor, yeni model anlatılıyor ve bu mekanların kalitesi arttıkça o modelin eksi hanesindeki maddeler ister istemez silinmeye başlıyor. Ben kendimi bu olan bitene hayır diyecek kadar güçlü hissetmiyorum ve kendimi kandırmak da istemiyorum. Çünkü ekonomik olarak güçlü değiliz, reklama ihtiyacımız var ve bir otomobil hakkında olumsuz gerçekleri yazdığımızda ne yazık ki aynı zamanda reklamlarıyla besin kaynağımız olan bazı markalar kaçıklarını bizim ağzımızdan çekiyorlar"

   -"Yanlış yerde doğduğumuz klişe cümlesiyle, gelecek ay umarım tekrar görüşürüz"

   Şimdi bu yazılanlardan sonra hala bu kalite farkını yaratanın aslında Türkiye'deki otomobil medyasının olmadığını anlamak zor değil. Belki de avrupalı meslektaşlarıyla aynı koşullarda olsalardı çok daha iyi iş çıkaracaklardı diye düşünmüyor değilim, çünkü bu ülkede bu işi yapabilmek için azim ve aşk gerekiyor ve bu insanların buna sahip olduğunu düşünüyorum, çünkü ekonomik anlamda getirisi olmayan bir iş ve biraz da gönüllülük esasına dayanıyor. Bu işi yapanlar para için yapmıyorlar, otomobillere aşık oldukları için bunu yapıyorlar ve uygun koşullarda çok iyi işler yapacaklarından hiç şüphem yok.



   Önce otomobillere ilgisi olmayan insanlara baktık, dergilerin kalitesi görece düşük dedik ve otomobil medyasına baktık, ama onlar için de işler farklı bir konumda, onların da ellerindeki imkanların "araçların fotoğraflarını çekebilecek kadar zaman" olduğunu düşünürsek, elbette ortaya koyabildikleri bu kadarla kısıtlı. O zaman hatayı şimdi de başka bir yerde aramanın zamanı geldi; otomotiv şirketlerinin yöneticilerinde.

   Türkiye'de pek çok marka yer alıyor ve bu ülkede üretim yapan da bir çok firma var. Hepsine teşekkür etmek isterim; yine de kafamda onlar hakkında pek çok soru işareti olduğu da bir gerçek. En büyük merakım da şu, siz yöneticiler bu test araçlarını medya mensuplarına sunmak yerine turşusunu kuracaksınız? Kendi makam araçlarını mı test için veriyorsunuz, araçsız mı kalıyorsunuz da bu acele? Avrupa'daki meslektaşlarınız milyon dolarlık araçları teste gönderirken yanında teknik ekibini bile yollayacak kadar cömert olabilirken, hatta bunun üstüne medya mensupları bu araçları yerden yere vurup, firmaları madara ederken, bu firma yetkilileri gayet sakinler. Üstelik bu markaların patronları bile bu eleştrileri olumluya çevirmek için fırsat olarak görebildiğini söylüyorlar kimi zaman. Peki Türkiye'deki yöneticilerin kraldan çok kralcılığının sebebi nedir?

   Örneğin X diye bir şirket olsun, onların tasarımcıları, yöneticileri Avrupa'daki bir testte olanlardan ders çıkartabiliyorlar, araçlarında neler yapmaları gerektiğini görüyorlar, eleştirileri olgunlukla kaşılıyorlar. Bu araç onların ürünü olmasına rağmen. Peki bu X markanın Türkiye'deki yöneticisinin işi ne derseniz; Satış yapmak, para kazandırmak, eğer Türkiye'de üretim yapan bir şirketse üretimden sorumlu yöneticilerin de üretimin verimli olmasını sağlamak. Bir kısım da ar-ge yapan firma var, onların da ne kadar "geniş kapsamlı" çalıştığını biliyoruz zaten. Ama bu X şirketin sahibinden daha korumacı oluyorlar markaya karşı. Bunun adı "Kraldan çok kralcılık" değil de nedir? Bu yöneticilerin bu markaya kendini bu kadar "adanmış olması" nedendir?

   Açıkçası markaların yöneticilerinin iş yapma değil de koltuk sevdası olduğunu düşünüyorum, hem de çok uzun zamandan beri. Burak ERTEM'in yazısı da bu konudaki fikirlerimin kuruntudan ibaret olmadığının bence göstergesi gibi. Başkaları ne düşünür bilmem, ama ben böyle olduğunu düşünüyorum.



   Kısa bir örnekle bitirmek istiyorum; McLaren MP4-12C adında bir aracı piyasa sürdü ve ilk testleri nasıl geçti? Bir çok medya mensubu bu aracın ölü olduğunu söyledi. Araç kimine göre "kullanmak için aptal olmalısınız" kimine göre "çöp" olarak nitelendirildi. Şirket çalışmasını yaptı, sorunları tespit etti ve hemen bir güncel paket geldi. Firma hatasını medyadan aldığı yorumlara göre düzeltti. Peki medya mensupları burada olduğu gibi firmaların baskısı altında konuşsaydı ne olacaktı? McLaren kullanıcılarının memnuniyetsizliğini nasıl giderecektiniz?

   Hangi marka olursa olsun,sevgili yöneticiler; bırakın işini yapması gerekenler işini yapsın, biz bunları okuyalım, kaliteli yayınlara ulaşalım, otomobilleri daha çok sevelim, sizin araçlarınızı daha çok satın alalım. Siz de bu eleştirilere bakarak aracınızın gelişimde bir katkıda bulunun, bir fikir sahibi olun. Siz bu döngünün önünü kestiğiniz sürece, bu ülkede otomobil kültürünün gelişimi sekteye uğrayacak. Otomobile sektöründe katkısı olmayan, sadece üretim yapan bir ülke konumdan öte gidemeyeceğiz. Her şey sizin elinizde ve işinizi en iyi şekilde yapmaktan, açık fikirli olup risk almaktan kaçmayın. Ya sıradan bir yönetici olursunuz ve sıradan bir emekli hayatı yaşar yada işinizden kovulursunuz, yada bir şeyleri farklı yaparsınız ve işleri bir sonraki boyuta taşıyabilirsiniz. Düşmekten korkanlar emekler, korkmayanlarsa ayağa kalkar ve adım atarlar, sizden adım bekliyorum.

   Yazımı bitirirken şunu da belirtmem lazım, ben bu yazımla kimseyi hedef almadım, gördüklerimi ve hissettiklerimi yazdım. Düşündüklerim bu yönde ve otomotiv sektörünün adım atmaktan korkmaması gerektiğini uzun süredir düşünüyorum. Okan Bayülgen otomobiller hakkında bir program yaptığında orada bir markanın Türkiye yöneticilerinden biri şöyle bir şey söylemişti, henüz araç gelişimi yapabiliriz, tasarım yapamayız. Sonra gördük ki NY taksi ihalesinde en iyi tasarım ürünü bir Türk tasarımıydı. Tüm markaları ve yöneticileri zan altında bırakmak gibi bir niyetim de yok, aralarında işini iyi yapanlar var, hakkını yememem lazım, ancak sektörü baltalayanlar da var, ve bu biz otomobil severleri üzüyor.

   Sabır gösterip, okuyan herkese teşekkürler.