15 Kasım 2013 Cuma

Ferrari ve Fernando'nun Akıbeti




   Ferrari aptal sezona damga vurdu ve Kimi ile anlaştı. Diğer taraftan başka söylentilerin de çıkması kaçınılmaz hale geldi, Alonso'nun kontratında başka bir şampiyon pilotla yarışmayacağı maddesi olmasından tutun, McLaren ile anlaştığına varan bir sürü söylenti. Takım içinde durumlar ne, Ferrari-Alonso arasındaki poker oyunu nasıl ilerliyor, kim kazanıyor, ipuçlarına bakıp bir değerlendirme yapalım. Ferrari'nin dertlerinden Alonso'nun dertlerine biraz derinlemesine bakalım ve seçenekleri değerlendirelim.

   Sorun aslında geçen yıl ortada yoktu, takım çok uyumlu ilerliyordu ancak ne olduysa bu yıl kıyamet koptu. İki tarafın ayrılığı konuşuluyor ve iddialar oldukça gerçekçi temellere dayanıyor gibi gözüküyor. Her iki tarafın da birbirinden hoşnut olmadığına dair ipuçları var. Peki ama neden bu noktaya gelindi, sorun nereden çıktı, kim neden rahatsız, işte bunları sırasıyla ve detaylı incelemek gerekir.

   Alonso için sorunun ne olduğu aslında bariz, takıma katıldığı günden bu yana yeteri kadar hızlı bir araca sahip olmadı. Geçen yıl bir kaç kez pürüz ortaya çıkmış olsa da kimse sorunun büyük olduğunu düşünmedi, açıkçası ben de düşünmedim, herkes Alonso'nun kariyerini Ferrari'de tamamlayacağından emin gibiydi. Ancak kariyerinin sonlarına gelmiş olan Alonso son bir şampiyonluk daha istiyor, bunu da Ferrari'de başarıp başaramayacağı konusunda şüpheleri var. Geçen yıl araçta 4-5 yarış boyunca doğru düzgün bir güncelleme olmadığından yakındı. Bu yıl ise yakınmalar oldukça farklı boyutlarda, kapalı kapılar ardında cam çerçeve indirmenin ötesinde, takım telsizinden çıkan sesler "Aptalca" bir şeyler olduğunu gösteriyor. Alonso'nun daha fazla sabrı kalmadığı açık, artık bir şeylerin değişmesi gerektiğinden çok, başka bir takıma gitmeyi ciddi ciddi düşünüyor olmalı. Tabii ne düşündüğünü bilemeyiz ancak masadaki kartlardan birisi olduğunu da unutmamalıyız, karşımızdaki pilot Alonso olduğu zaman her zaman masada olması gereken bir kart. Alonso hırslı ve hatta bence fazla hırslı biri, işte bu yüzden şampiyonluk için takım değiştirmekten çekinmeyebilir.



   Tabii durum sadece Alonso için değil, Ferrari için de belli noktalarda haklılıklar içeriyor. Ferrari son yıllarda çok mücadeleci olamadı demek bence haksızlık da olacaktır aynı zamanda. Çünkü Alonso'nun son 4 yılda 3 defa son yarışta şampiyonluğu kaçırdığı düşünülürse bir şekilde bu başarıya ulaşabilmesi için yeteri kadar iyi sahip bir araç varmış ortada diyebiliyoruz. Elbette araçlar şampiyonluk kazanmak için yeterli hıza sahip değildi ancak mücadeleci olabildiler. Geçen yılı göze alırsak, Ferrari neredeyse orta grupta yarışacak durumdaydı diyebileceğimiz kadar yavaşken, son yarışta Alonso'nun şampiyon olma şansı bile vardı. Bunun sebebini herkes Alonso'nun muhteşem performansı olarak görür ve haklılardır da, ancak unutulan nokta şudur; Geçen yıl Alonso şampiyonluğu alsaydı kazanan Alonso değil, kaybeden Vettel olacaktı. Geçen yıl asıl mesele RBR'nin sorunlarıydı ve Alonso'nun son yarışa kadar mücadele edebilmesinin sebepleri arasında Ferrari'nin muhteşem dayanıklılığını unutmamak lazım. Alonso aracın limitlerini sürekli zorlamasına karşın araçta hiç bir problem olmaması önemli bir ayrıntıdır.

   Ferrari'ye kızabilirsiniz, çünkü hız olarak RBR'ye karşı çok yavaş kalmıştır, doğrudur. Bir çok sebep de ararsınız altında, ancak Ferrari'nin durumlar karşısında attığı adımları ben doğru buluyorum. 2010 yılında kaybedilen sezon sonrası önemli değişiklikler yaptılar, bazı değişiklikler fazla bile oldu diye düşünüyorum, Costa gibi bir mekanik dehasının gönderilmesi ne derece mantıklıdır? Takım strateji konusunda uzman isimlerle anlaştı vs. Kötü geçen 2011 sezonunda aero bölümünde değişikliğe başladılar, takımda yine personel değişiklikleri devam etti, gelişme sürdü. Rüzgar tünelindeki hata gözden kaçtı bu sırada, 2012 sezonu başında tüm takım neler olup bittiğini anlamaya çalıştı. Sezonun ortasına gelindiğinde anlaşıldı ki, aracın şasisi tasarlanırken rüzgar tünelinden gelen verilerin tamamı yanlıştı, araç yanlış tasarlanmıştı, geri dönüşü yoktu ve sezon sonuna kadar da yapılacak hiç bir şey kalmadı. Bu sebepten sürekli ön kanatlar gördük güncelleme olarak, aracın gövdesi üzerinde yapılacak hiç bir şey yoktu. Takım rüzgar tünelini de yeniledi. Her yıl farklı sorunlar yaşadılar ve sorunlara sürekli çözüm ürettiler, yeni sorunlar çıktı. Kimse takım görevini yapmıyor diye suçlayamaz, kızabilirsiniz ama takım görevini her zaman yaptı. Kadroların güçlendirilmesi hala devam ediyor, bu yıl da takıma Allison katıldı, Ferrari bu açıdan doğru adımlar atmaya devam ediyor. Kısacası Alonso, takım görevini yapmıyor diyemez, takım elinden geleni yapıyor.



   Buraya kadar her iki tarafın da haklı yönleri böyle, tabi teknik olarak haklı yönlere sahip olmak tek başına ne ifade eder bilemem ancak bilinen bir şey varsa, bu nedenler iki tarafın iyi geçinmesi için yeterli olmamış. Tabii ki sorunu çok net olarak göremiyoruz, çünkü Ferrari geleneği olarak kol kırılır, yen içinde kalır felsefesiyle olayların çoğu aslında kapalı kapılar ardında yaşanıyor. Dominicali de bundan bahsetti zaten, onlar bunu oturup konuşmuşlardır, hatta bana sorarsanız bu bir kaç defa konuşulmuştur. Tabii konuşmak ne derece çözüm getirdi bunu bilmek imkansız. Sonuçta takım elinden geleni fazlasıyla yapıyor, sorunlara çözüm üretiyor yada çözüm üretebilecek birini takıma katıyor. F1'de yatırımların meyvesini hemen almanız pek mümkün değil, bu yüzden de Alonso'nun sabretmesi gerekir. RBR'nin Newey ile anlaşmasını düşünün, bu yatırımın meyveleri de hemen gelmedi ama sonuç ortada. Tabii bir de şu var; burası F1 ve yatırımların her zaman meyve vereceğinin de bir garantisi yok, bir anda rakipleriniz çok daha iyi çözümlerle gelir ve sizi mağlup ederler. Diğer taraftan da Alonso artık kariyerinin sonlarına yaklaştığını çok iyi biliyor, bu yıl geçen yıla oranla performansı o kadar da parlak değil, ayrıca arkadan gelen Hulkenberg gibi yetenekli pilotlar olduğunun da farkında ve Ferrari onlarla ciddi anlamda ilgileniyor. Ayrıca Ferrari akademisinden gelen Bianchi de ilk yılında iyi iş çıkarıyor, tüm bunlar Alonso üzerindeki baskıyı da arttırırken, önümüzdeki yıl için Kimi ile anlaşılması ise bambaşka bir soru işareti yaratıyor.

   Kimi'den bahsetmişken, medyada çıkan bazı ilginç şeylere de hafifçe değinmek gerekir. Bana çok gerçekçi gözükmese de masada bulunan kartlar arasında yer aldığı için bahsetmeden geçmemek lazım; Alonso'nun kontratında başka bir şampiyon ile yarışmayacağı maddesi olduğu söyleniyordu. Takımın Kimi ile anlaşması bir şekilde Alonso için, ister gider ister kalırsın, biz işimize bakarız anlamına da geliyor olabilir dendi. Bu tür bir hamle yapılır mı, çok ihtimal vermesem de yapılabilecek bir hamle. Bütün umutlarınızı bağladığınız pilotunuz mızmızlanıyorsa aslında çok da mantıklı bir hareket olacaktır. Ferrari bu şekilde Alonso'nun elindeki kozu ortadan kaldırma yolunu tercih etmiş olabilir ancak yine de çok gerçekçi diyemem. Benim anladığım kadarıyla Ferrari Alonso'nun ayrılma ihtimaline karşı Kimi'yi bir önlem olarak takıma kattı. McLaren-Hamilton ayrılığından sonra McLaren'in yıldız denilebilecek cinsten bir pilota sahip olamaması onların itibarını ve popülerliğini biraz sarstı, Ferrari aynı pozisyonda olmayı istemeyecek bir takım, onlar her zaman takımda bir yıldız isterler.

   Peki Alonso ne yapacak, devam mı tamam mı? Sanırım 2014 sezonu bunun belirleyicisi olacak. Ferrari 2014'te şampiyonluk için favori takımlardan biri haline gelirse, iyi bir araç ortaya çıkarabilirse Alonso Ferrari kariyerine devam etmeyi tekrar düşünebilir, bence düşünmeli de. Yine de tek etken elbette araç değil, Kimi ile nasıl bir ilişkileri olacak bu da önemli bir soru işareti diyebiliriz. Hamilton ile ne tür sorunlar yaşamıştı hepimiz az çok biliyoruz, Alonso takımda kendisi kadar güçlü biri olunca huysuzlanan biri, takımda lider olmayı seviyor ve sürekli kazanan olmak istiyor. Podyumun en tepesinde olmadığı zamanlarda bile ihtiyacı olan şey takım arkadaşını geride bırakmış olmak. Alonso'yu şimdiye kadar motive eden şeyin de bu olduğunu düşünüyorum; hızlı bir aracı olmadığı için kimse onu suçlamadı çünkü her zaman takım arkadaşı Massa'nın önünde yer aldı. Kimi takıma katıldığında onun arkasında kalırsa Alonso'ya olan inanç kaybolmaya başlar ve bu Alonso'nun hiç istemeyeceği bir şey. Böyle bir durum olursa kızgın bir ispanyol boğasına dönüşmesi kaçınılmaz hale gelecek ve sezon içinde bile kellesinin gitmesi ihtimali doğabilir, unutmayalım ki bahsettiğimiz takım Ferrari. Ferrari dizginleyemediği bir pilotun kellesini almakta ün yapmış bir takım. Bu kartı da masada bulundurmak lazım, hele ki durumundan memnun olmayan Hulkenberg gibi bir adamın sezon ortasında Ferrari'ye asla hayır demeyeceğini biliyorken.



   Alonso-McLaren ilişkisi bağlamında bakalım biraz da konuya. Alonso'nun kısa Macca macerasında yaşadığı sorunların pek çok yönü var elbette ama Alonso'nun en büyük husumeti Ron Dennis'le diyebiliriz sanırım, çoğu kişi bu konuda hem fikir. Ron Dennis'in artık orada olmayışı aslında bu ilişkiyi de güçlendiren bir etmen. Ayrıca Macca'nın bir süperstara hiç olmadığı kadar ihtiyacı varken Alonso onlar için çöldeki vaha. Her iki taraf için de işler olumlu görünüyor. Tabii bir de Honda'nın özellikle Alonso'yu istediğine dair söylentiler var ki, Honda-McLaren ilişkisi için de Alonso'nun takıma katılması bir artı olacaktır. Bunların haricinde Alonso için bireysel başka bir konu daha var; McLaren'e gittiğinde takıma liderlik edeceğini biliyor, tüm takım onun etrafında toplanacak ki, bu da tam Alonso'nun sevdiği çalışma şekli. Ferrari'de de bu şekilde çalıştı ancak Kimi'nin gelmesiyle durum nerelere varacak, orası belirsiz. 2015'te Alonso McLaren'e geçerse yanında büyük olasılıkla Magnussen olacak ve takımda liderlik için böylesine genç bir pilotla mücadeleye girmesine gerek kalmayacağını düşünüyorum. Hamilton örneği bunun tersini gösteriyor olabilir ancak tekrar yaşanacağını hiç sanmıyorum, hele ki Alonso aradan geçen yıllarda kendini daha da geliştirmişken.

   Peki liderlik konusu açılmışken, Ferrari'de Kimi'nin gelmesiyle neler olur, biraz da 2014 sezonu için yaşanabileceklere göz atarsak; Kimi lider olma meraklısı biri değil, o sadece takımda işini yapar, aracı kullanır. Yarış bitince pisti terkeder, boş zamanlarında dondurma-kola ritüeli yapar, çok fazla konuşmaz. Bu özellikleriyle Kimi aslında Alonso için bir tehdit değil, en azından takımda liderlik açısından. Kimi neredeyse hiç fabrikaya gitmeyecek, hiç çalışmayacak bunları biliyoruz ancak Kimi zaferler kazanmaya başlarsa takımda bir çok kişinin de sempatisini kazanacağı gerçeği ortada, hele ki Alonso onun gerisinde kalırsa neler olur düşünemiyorum bile; Takımla çalışmayan ve araç kullanmaktan başka hiç bir işi umursamayan biri geliyor ve sizin beraber çalıştığınız pilotu mağlup edip yıllardır almaya çalıştığınız zaferleri kazanıyor, takım çalışanları mutlaka bu adamı sevecektir ve Alonso'nun pabucu dama atılabilir. Belki içten içe son yarışlarda kaybedilen şampiyonluklar hatırlanıp, belki Kimi olsaydı şampiyonduk bile denilecektir. Biliyorum bu senaryolar şu an çok uzak, ama şunu anlatmak istiyorum; Yıllarca lider olarak görülen adamlara bir anda sırt çevirmek aslında çok kolay, insan karakteri bazen çok acımasız olabiliyor. Bu pekala Alonso'nun başına gelebilir ve elbette o yüzden masadaki kartlardan birisi de bu.



   Şimdi kısa bir özet geçersek; Alonso önümüzdeki yıl iyi bir araca sahip olursa; ya takımda kalmayı düşünecek ya da Kimi veya takım ile sorun yaşayıp ayrılmayı seçecek. Liderlik konusunda sıkıntı yaşaması pek muhtemel değil ama Kimi'ye mağlup olursa takım Kimi'ye daha fazla saygı duymaya başlayabilir ve sıkıntılar doğar. Tekrar kötü bir araçla karşılaşması durumunda zaten başka takıma gitmesi kaçınılmaz olacak gibi. Alonso'nun ayrıla ihtimalini %75 olarak görüyorum, belki de %80. Bu ayrılık pek çok bahane var ancak kimse suçlu değil. Ferrari iyi bir araç üretemedi, ancak elinden gelen bu kadardı, son yıllarda o kadar çok sorun yaşadılar ki. Alonso çok fazla mücadele etti, insanüstü bir performans sergiledi geçen yıl, ancak artık bıkmış gözüküyor ve bu yıl performansı o kadar parlak değil, ayrıca çok fazla sorun çıkarmaya başladı. Bunların da birleşiminden çıkan sonuç karşımızdaki tablo.

   Ferrari Alonso'yu gönderirse ne kaybeder, sanırım en iyi pilotlardan birini kaybetmesinin yanında güzel de bir sponsoru kaybeder ancak konu Ferrari olunca ve takımın başında da Dominicali gibi bir finans dahisi olunca Ferrari'nin sponsordan yana sıkıntısı olacağını hiç sanmam. Alonso boşluğu kolay kolay doldurulacak biri değil ancak biraz da gerçekçi olursak, kariyerinin sonlarına yaklaşıyor, 2015 olmasa bile 2016 sonunda takımın zaten yollarını ayıracaktır, sadece 2 yıl erken olur Alonso'nun ayrılması, bu süre içinde Kimi durumu elbette rahatlıkla götürebilecek bir pilot ve Hulk da onun yanında çok iyi çıkarabilecek kaliteye sahip gözüküyor. Alonso için kayıp ne olur, Ferrari iyi bir ekip kurdu, Alonso gittikten sonra Ferrari kazanmaya başlarsa Alonso kariyerinin sonlarında kazanacağı bir şampiyonluk kaybedebilir, tabi F1'de dengeler hiç belli olmaz, varsayımlara dayanıyoruz.

   Ferrari önümüzdeki yıllarda başarılı olur yada olmaz, kural değişikleri ve motorların değişimi ile dengeler alt üst olacak, orası kesin. Bu Ferrari'ye nasıl yansır bilinmez ama Alonso için doğru takımda olmak demek, son bir şampiyonluk daha yaşayabilmek demek, kararını verirken dikkatli olacaktır. Herkes için doğru olan neyse o karar verilecektir, mutlu olmayan bir pilot yada takımın başarılı olması çok daha zordur.

   Şahsi görüşüme gelirsek; Alonso'nun Ferrari'den ayrılmasını tercih ederim. Hulk o koltuğu hakediyor ve artık zamanı geldi. Alonso bu yıl yaptığı saçma çıkışlarla benim gözümde o koltuğu kaybetti bile, hayırlısı diyelim...

3 Ekim 2013 Perşembe

Türkiye'de Formula 1'in sorunları - Bölüm 4 - Devlet Desteği



   Yazı dizisini artık bitiriyoruz ancak bu son yazıyı yazmak benim için hiç kolay olmadı, 2-3 haftadır yazdım, sildim, düzelttim... Bazı konularda çekincelerim oldu en başında, artık yok, rahat rahat yazacağım.

   Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca pek çok hükümet gördük ama görmediğimiz tek şey, spora ve sporcuya verilen saygı ve destek oldu. Spora saygı ve destek olmayan bir ülkede biz sporu konuşmaya ve desteklemeye çalışıyoruz, kolay bir iş değil. Son dönemde olanları da düşünürsek işler daha da zor. Her ülke kendine göre spor politikaları uygular, gerek tesisleşme olsun, gerek sporcu yetiştirme olsun, sponsorluklarda ve spora yapılan yatırımlarda vergi indirimleri vs. gibi politikalarla ülkeler sporda başarı için belli adımlar atarlar. İşte bizim ülkemizde fark da bu, bizim hiç politikamız yok. Vakti zamanında Turgut Özal'ın bir politikası vardı, devşirme sporcular getirmeye başladı, Naim Süleymanoğlu'nu bu sayede tanıdık. O politika biraz olsun yürütülmeye çalışılıyor ama başarılı da olunamıyor. Zaten bu politika ile biz balık tutmayı da öğrenmiyoruz, hazır balık gelsin diye bekliyoruz, daha çoook bekleriz. Türk asıllı futbolcular bile Türkiye milli takımı yerine Almanya ve başka ülkelerde devam etmeyi tercih ediyor, neden diye bir sormak lazım. Kendi sporcumuzu yetiştiremiyoruz, aciziz.

   Öncelikle sporcu yetiştirme programlarından ve antrenörlerden konuya girelim. Ülkemizde hangi dalda olursa olsun sporcu yetiştirme programı diye bir şey yok. Sporcularımızın profesyonel eğitim alacağı kurumlar nereleri diye sorduğumuzda tek cevap olarak beden eğitimi ve spor yüksekokulları aklımıza geliyor, bir de liseleri var ancak onlar da çok yaygın değil. Beden Eğitimi ve Spor yüsekokullarının da mezunlarının çoğunun sporcu değil de okullarda beden eğitimi öğretmeni olduğunu hepimiz biliyoruz. Sporcu olabilmenin tek yolu spor kulüplerinden geçiyor. Genç yaşta biraz başarısı olan gençler biraz da şansla bir kulüp çatısında eğitim alabiliyorlar ancak bu yol bile çok güven vermiyor, eğitimi yarıda kesilerek kulüpten ayrılmak zorunda kalan pek çok sporcu var, en küçük bir sakatlıkta kulübün artık işine yaramadığı için sporcu yüzüstü bırakılıyor. Burada kulüplere de çok yüklenmemek lazım, çünkü onların da ekonomik dengeleri çok hassas, özellikle futbol dışındaki dallar için konuşuyorum. Onlar da başarı getiremeyecek durumdaki sporcu ile anında yollarını ayırmak zorunda kalıyorlar. Messi'nin gençliği Türkiye'de olsa anında gönderilirdi desem sanırım ne demek istediğimi anlarsınız.



   Sporcular bir şekilde kulüp çatısı altına girse bile orada da antrenörlerin ne kadar yeterli olduğunu sorgulamak gerekiyor. Türkiye'de kaliteli bir spor eğitimi verecek yetilere sahip antrenör bulmak gerçekten çok zor, buna futbol ve hatta Türkiye'nin büyük futbol kulüpleri bile dahil, doğru teknik altyapı, taktik bilgisi, kondisyon uzmanlığı yok. Antrenör demek, sporcu çalışırken başında bekleyecek adam demek Türkiye'de. Gerçek bir spor eğitimi yok. Dolayısıyla da sporcunun çok başarılı olmasını beklememek lazım, Türkiye'de belki yüzlerce dünya çapında başarılar kazanacak potansiyele sahip sporcu var ancak onların başarılı olmasına en büyük engel eğitim.

   Antrenörlerden bahsetmişken, antrenörlerimizin ne kadar "muazzam" olduğuna bir başka örnek daha vermek isterim, doping konusu. Sporcularımızın bu konudaki kötü şöhretini herkes biliyor, ancak işin biraz derinine inersek bu doping konusunda bir diğer sorumlunun antrenörler olduğunu görüyoruz. Sporcuya zihinsel olarak bunu empoze eden bir çok antrenör olduğunu biliyorum, sporcular kendini geliştirdikçe gelişimleri yavaşlar doğal olarak, bu noktada antrenörlerin ne yazık ki tutumu şu oluyor; sen bu seviyeyi daha fazla ileriye taşıyamazsın, zaten bunun ötesine geçenler hep dopingle yapıyor, yoksa o derecelere ulaşılamaz. Antrenörler de bunu bilinçli olarak yapmıyor, belli bir seviyeden sonra sporcunun daha da iyi olabileceğine gerçekten inançları yok. Çünkü meslek yaşamları boyunca daha iyisiyle çalışmamışlar ve öğrencilerini de bundan daha öteye taşıyamamışlar, onların da zihniyeti bu yönde. Tabii tüm antrenörler için konuşmuyorum ama bu tür kişilerin var olduğunu biliyoruz, sporun içindekiler bunu daha da iyi biliyor.

   Konu sadece bunlarla da sınırlı değil, sporcu yetiştirme programlarımız yok, sporcu yetiştirecek antrenörlerimiz de yok, bunun yanında bizim sporcularımızın çalışacağı tesislerimiz de yok. Tesisleşme konusuyla devam edelim, bir taraftan da motorsporlarına yavaş yavaş girmeye başlayalım.

   Türkiye'de tesislere gerek olmadığına inanır sürekli devlet adamları, ne gereği var o kadar parayı tesise yatırmaya, gidip AVM yapmak dururken, değil mi ama. Kulüp çatısı altında olanlar kulübün tesisleri varsa onlarla bir şekilde idare etmek zorunda, geri kalanı saldım çayıra mevlam kayıra. İstanbul dahilinde bazı tesisler var, ne kadar aktif kullanıldığı hakkında bir fikriniz var mı peki? Mesela Olimpiyat köyü var Ataköy'de, bilmem hiç gittiniz mi, oldukça kullanışlı bir tesis, pek çok dalda sporcu işin yeterli. Geçen yıl yeni eklemeler de yapıldı. Peki sporculara sorsak, ne kadar aktif olarak o tesisi kullanabiliyorsunuz diye, neredeyse hiç. Boş boş yatıyor koca tesis, halbuki orasının her gün kullanılması lazım, bu kadar tesis eksiği varken var olan tesislerin fazlasıyla dolu olması lazım, ama boş. Peki bu tek örnek mi, değil.



    Biz tesisleri hiç bir zaman kendi sporcularımız için yapmayız, o yüzden tek örnek değil, o yüzden o tesisler dolu olmaz. Olimpiyatı alacağız dedik, Olimpiyat Stadı yaptık, Olimpiyat Köyü kurduk. Kış olimpiyatlarını aldık, Erzurum'da koca bir tesis inşa ettik, şimdi ne durumda? Ne yazık ki bir gencimiz orada bir kaza geçirdi ve artık aramızda yok, koca koca haberler yapıldı, tesis güvenli değil dediler, şimdi boş yatıyor. Tesis güvenli mi, aslında güvenli. Sadece bir kaç küçük değişiklik yapılması gerekiyor, ki zaten kazanın da sebebi tesisten kaynaklı değil, oradaki yetkililerin ihmali. Akdeniz Olimpiyatlarını aldık sonrasında, şimdi o tesisler ne durumda bilen var mı? Bunlardan bir sürü sayabiliriz, tesisleri yapıyoruz, sonrada üzerine kilit vuruyoruz. Bunun bize en yakın örneği de İstanbulPark. Koca tesisi işletemedik, sonra ne oldu, boş kaldı. Allahtan biri çıkıp tesisi kiraladı, yoksa biz orada bir daha organizasyon yüzü göremezdik hükümete kalsak.

   Motorsporlarına dönüp baktığımızda tesisler ne durumda acaba, yada tesis mi var? Türkiye'de 3-5 pistin haricinde doğru düzgün pist yok. İzmit Körfez pistini bilirsiniz, yıllardır aynı. İzmir'de var yine, ona da yeni diyemeyiz, Ülkü yarış pisti. Bunlara ek olarak bir kaç drag pisti, otokros pistimiz var, ralli parkurlarına tesis diyebileceğimiz hiç sanmıyorum. En son yapılan tesisimiz İstanbulPark, onun da durumu ortada zaten, F1 gelecek diye yapıldı, onu da yüzümüze gözümüze bulaştırdık, aferin sevgili devlet büyüklerime.

   Peki neden Formula 1 Türkiye'de yapılmıyor, bunu da biraz irdelemek gerekiyor. Efendim şöyle ki, biz bu işe girdiğimizde 7 yıllık bir sözleşme yaptık, yıllık ödenene ücret de 13.5 Milyon dolardı. Bu fiyat oldukça uygun bir fiyat, bazı ülkelerde bu rakam 40 Milyon $ seviyelerine çıkıyor. 7 yıllık sözleşmenin ardından Bernie Ecclestone Türkiye'den yarış karşılında yıllık 26 Milyon $ gibi ortalamanın biraz altında bir rakam istedi. Hükümet ise bunun çok büyük bir yük olduğu bahanesiyle geri çevirdi. Sebep olarak pistin çok zarar etmesi gösterildi. Doğru, pist çok zarar etti ve benim yazılarımı eskiden de takip edenler şunu çok iyi bilir; bu zararın tek sebebi yine devletti. Pist işletmekten anlamayan bir kuruma verilen pist, yılda bir kez kullanıldı, İstanbul Ticaret Odası ticaretten o kadar iyi anlıyordu ki, pisti pazarlayamadı. Yıl boyu sürekli bakım masrafı ödenen ve doğru düzgün tek aktivitesi Formula 1 olan bir pistin başka geliri olmayınca büyük zararlar ortaya çıktı elbette. Yine de hükümet bazı şeyleri anlamamakta ısrar etti ve Formula 1 sayesinde elde edilen toplam gelir göz önüne alınmadı. Gelen turistin getirdiği dövizden, ekonomik canlanmaya etkisine kadar, yarış izlemeye gelenlerin İstanbul'u tanıması ve dünyanın heryerine Türkiye'den çeşitli görüntülerle İstanbul'un turizm potansiyelinin artmasına kadar her şey gözardı edildi. Tabi sonrasında bunun ikinci perde var.



   Devlet pisti kiraya verdikten sonra Vural Ak burada Formula 1 düzenlemek istedi, 26 Milyonluk rakamın yaklaşık 20 Milyon $ dolaylarına çekildiğini duyduk, devletten de eskisi gibi 13 Milyon $ ödenmesi istendi, yani Başbakanın dediği gibi ülkemiz kazıklanmayacaktı, aynı parayı ödeyecektik, yine de hayır cevabı geldi. Bernie Ecclestone ile görüşmesi için FIA galasına beklenen başbakan tabii ki gelmedi. Kiraya verildiğini ve artık o tesisten devletin sorumlu olmadığı bahanesini ortaya sundu. Ancak çok iyi biliyoruz ki F1 sadece bilet geliri demek değildir, başbakanın da dediği gibi "alırsın verirsin, ekonomiye can verirsin" ama başbakan kendi sözünü unutmuş olmalı, reddetti. Vural Ak nasıl olursa olsun bu yarışı yapmak istediğini sertçe söyledi, ama bu sefer de yanıt başka bir yolla geldi, TOSFED tehdidi. TOSFED bir bildiri ile, Türkiye'de yapılacak her türlü yarış organizasyonu için onlardan izin alınması gerektiğini "kibarca" hatırlattı, açık bir tehdit demek daha doğru. TOSFED'in özerk de olsa bir devlet kurumu olması ve Başbakanın tavrından sonra onların da bu tehditle gelmesi şaşırtıcı değil. Tabii hazır lafı açılmışken, bir de TOSFED var.

   Vakti zamanında eski bir bürokratımızın da açıkça söylediği gibi, Türkiye'de federasyonlar devletten para alıp bir şey yapmayan kurumlardır. Temel bir kaç görevini yerine getirir ancak sorumlu olduğu işle ilgili hiç bir büyük atılım olmadığını görürsünüz, TOSFED için de aynısını söylemek mümkün. Yarışları düzenlerler, gözlemciler görevlendirirler, konuşurlar tartışırlar ama hiç bir gelişme olmaz. TMF için de aynı tartışmalar olmadı mı, Vural bey onlarla da kavgalı, gözlemci göndermek istemediklerini belirttiler, sebebi bilinmez. Geçenlerde yarışta da olay daha tatsız hale geldi, Vural bey de aynı terbiyesizlikle TMF yetkililerini pistten uzaklaştırdı. Türkiye'nin en büyük ve gelişmiş pistinin işletmecisi ile federasyonlar birbirine girmiş durumda, biri yarış yapacağım, ben niye kira ödüyorum diyor, diğeri tehdit ediyor, öbürü de federasyon yetkililerini kovuyor, hey benim güzel ülkem, ne hallerdeyiz. Ben burada bu haklı, bu haksız demiyorum, tümden her şey yanlış, bunun siz de farkındasınızdır umarım. Biri organizasyon yapmak istiyorsa, federasyon buna destek vermeli, yoksa motorsporları nasıl gelişecek sorarım. Diğer taraftan pist işletmecisi de federasyonla konuşmadan; Ben bu yarışı bir şekilde yapacağım, diyebiliyor. Bir federasyon nasıl olur da, gözetmen göndermiyorum diyebiliyor yada bir işletmeci nasıl oluyor da yetkileri özel güvenlik görevlileri vasıtasıyla pistten uzaklaştırıyor. Uzlaşmaya ilk adımı atacak olanın federasyonlar olması gerekmez mi? Peki o bahsi geçen TOSFED'in yönetimi şimdi ne oldu? İstifa ettiler, sebebini de eski başkan açıkladı; Koltuk kavgası. Federasyon içinde belli grupların lobileriyle başa geçtiğini, sonra da onlar yüzünden istifa ettiğini açıkladı, en azından gider ayak doğrusunu yaptı, böylece federasyonun da ne işler için kullanıldığını gördük. Zamanında konuşan bürokratımızın dediği de doğrulanmış oldu, birileri bu koltuktan rant elde ediyor, ötesi yok.



   Devlet kurumlarının bu işleri ne şekilde yönettiği ortada, Spor bakanı da sporda neler olduğundan habersiz. Rant için oturulan koltuklar olduğu sürece böyle de devam edeceğiz. Peki ya Formula 1 için ödenmesi gereken 26 Milyon dolar için "kazık" diyen başbakan ne yapıyor? Efendim kendisi geçen ay Buenos Aires'te olimpiyat peşinde koşuyordu. E tabi olimpiyat 26 Milyon dolar tutmuyor, altı üstü 4 Milyar dolar harcayacakmışız. Olimpiyatla Formula 1 aynı mı derseniz, Olimpiyat en çok izlenen spor organizasyonu, onu takip eden de Formula 1. Olimpiyatı bir kez yapıyorsunuz, Formula 1'i her yıl yapıyorsunuz, fark bundan ibaret, yani olimpiyatla bir seferlik kazanç, Formula 1'le her yıl kazanç, akla mantığa hangisi uygun geliyor, tabii ki Olimpiyat değil mi başbakanım, siz çok zekisiniz. Olimpiyatları küçümsediğimi falan düşünmeyin, büyük saygım var, orası ayrı. Sadece mali olarak hesaplara düşen hükümete mali olarak hangisinin uygunluğunun derdindeyim, yoksa ben de isterim Olimpiyat gelsin, ama gelmedi.

   Neden gelmedi olimpiyat, işte o yazının en başında yazdıklarım yüzünden gelmedi. Sporcu yetiştirmiyoruz, spor kültürümüz yok, spor politikamız yok, tesisler yetersiz... Olimpiyatı alacaksanız eğer, her şeyden önce sportif bir argümanınız olacak. Biz sportif olarak bir şey sunamıyoruz, doping konusunda zaten sınıfta kalmışız, İstanbul'un tarihi güzelliğiymiş, İslami devletmiş gibi argümanlar olimpiyatta iş yapmaz, sportif bir değeri yok, olimpiyat komitesi de benim gibi düşünmüş olacak ki, onlar da İstanbul'u seçmedi. Biz önce bir politika belirleyelim, adımlar atalım, sonra olimpiyat da gelir, siz rahat olun. Olsa mıydı, keşke olsaydı. Tesisler yapılacak, 4 milyar dolar harcanacak, sonra tesislere yine kilit vurulacaktı, bunları biliyorum ancak mecburen de olsa İstanbul'un ulaşımına çözümler getirilecekti, engelliler için koşullar iyileştirilecekti, kente de bazı artıları olacaktı, belediye bunları yapmayacak biliyoruz, bir umut belki olimpiyat yapar diyorduk, o da yalan oldu.



   Toplamda bakınca sadece motorsporları değil, spora genel bakışı da işlemiş olduk böylece. Eleştirileri siyasi algılamayalım, burada konumuz isimler veya siyasi görüşler değil, başında da dediğim gibi, çok siyasi sistem geldi gitti, sporcunun boynu hep bükük, değişen bir şey yok. Ancak son dönem iyice dibe vurduk. Spor programları siyaset konuşulan mecralar oldu, sporcuya bakıyorsun, hükümete yakın olanlara teşvikler, diğerlerine üvey evlat muamelesi. Kulüp başkanlarından biri çıkmış diyor ki, şu kulüple olan maçta fazla prim vereceğim, yayıncı da belli dakikalarda sesi kesiyor. Spor tamamen siyasete batmış durumda, yazık. Belli taraftar grupları ile hükümetin sorunları olabilir, onların sorunudur, sporsever bu kavgaya niye bulaştırılıyor peki? Neden bu baskı, neden sporun tamamı siyasete alet ediliyor, ben bunu anlamıyorum. Yıllarca ülkenin spor politikası olmadı, yıllarca başarılı sporcular yetiştiremedik, ama bu sefer hükümet ne yazık ki sporu en dibe sürükledi, gerçekten yazık. En azından sporu rahat bıraksınlar, madem bir destekleri yok, köstek de olmasınlar spora.

   Bunca kötü gelişmeye rağmen arada sırada güzel şeyler de olmuyor değil. Mesela Volkan Işık bir akademi açtı, Yıldız Teknik Üniversitesi'nin Davutpaşa Kampüsünde hem gençlere eğitim veriyor, hem de biraz eğlence isteyen gençler için harika bir yer. Karting için güzel bir pist, araçlar çok güzel. Bunun yanında sürüş eğitimi almak isteyenler için de seçenekler var, siteyi bir ziyaret edin derim; http://www.volkanisikakademi.com/

   Ayrıca İstanbulPark'ta da bazı hareketlenmeler var, emin değilim ama sanırım onlar da bir akademi açtılar, sportif anlamda bir akademi mi, yoksa sadece sürüş teknikleri dersleri mi var bilmiyorum, ilgilenenler bir zahmet araştırsınlar derim.



   Böylece yazı dizisinin de sonuna geldik, çok ara verdik uzun sürdü ancak olabildiğince yazmaya çalıştım. Sorunlar elbette bu kadar değil, daha neler var ancak konular çok karışık, 4 ana başlıkta elden geldiğince değindik. Umuyorum bir gün gelir de bu tür yazılar hiç yazılmaz, biraz uzak görünüyor ama olsun. Okuyan ve yorum yapan herkese çok teşekkürler

12 Eylül 2013 Perşembe

Türkiye'de Formula 1'in sorunları - Bölüm 3 - Özel Girişimler



  3 aylık bir yaz tatilinin ardından pek çok gelişme var ve hayır, konumuz Kimi'nin Ferrari'ye geçişi değil. Aslında bunu yazmak için biraz daha zamana ihtiyacımız var ve öncelikle yarıda bırakmak zorunda kaldığımız diziye devam edelim. Biraz geç oldu biliyorum, bunun için üzgünüm ve herkesten özür diliyorum.

   Konumuz Formula 1 ve motorsporlarının Türkiye'de yaşadığı sorunlar ancak bu yazımızda iş biraz bunun dışına taşabilir. Özel yatırımcıların sadece motorsporlarına değil, neredeyse hiç bir spora yatırım yapmaması büyük bir sorun ve ucundan da olsa değinmemiz gerekir.

   Türkiye'de en popüler spor nedir diye sorarsak sanırım herkes hiç düşünmeden "futbol" cevabını verir, tamam her sporun kendine göre bir popisi vardır. Yine de bu en popüler sporun bile sponsorlarına hiç baktınız mı? Yıllarca büyük takımların hepsinin forma sponsorunun aynı marka olması ironik değil mi, başka kimse yok mu? Anlaşılan yokmuş, anlaşılan kimse bu kadar izlenen bir spora bile sponsor olmak istememiş, çok garip değil mi? Aslında değil, biraz Türkiye'deki sermaye sahipleri ve yatırımcıları tanısanız, biraz onların tarihini bilseniz şaşırmazsınız, öyleyse hızlandırılmış bir tur atalım;

   Cumhuriyetin kurulduğu yıllardan bu yana Türkiye'de uygulanan ekonomi politikaları sürekli özel girişimci yaratma üzerine kurulu oldu. 1920'lerin sonunda küresel kriz sebebiyle Devletçi politikalar uygulanmış olabilir ancak çok kısa sürdüğünü belirtmekte fayda var. Hangi görüşten olursa olsun hükümetler kendine yakın kimseleri sermaye sahibi yapmak için canla başla uğraştı ve sonuç olarak bir çok kişi de devlet teşvikleri, uygun krediler, affedilen vergiler, rantlar derken bugüne zengin olarak geldiler. Siyasetçilerden para aktı, onlar da buna karşılık yatırım yaptı. Onların kafa yapısının nasıl olduğunu sanırım anlayacaksınız, elbette ki onlar spora yatırım yapacak kadar zeki ve açık fikirli değiller, onlar mezar soyguncusu. İşte bu adamların spora, hatta onu da geçtim Türkiye'de çok ilgi görmeyen motorsporlarına katkıda bulunmasını bekliyoruz, boş bir beklenti ama yine de bir elin parmağını geçmeyecek sayıda da olsa öyle adamlar var. Onlara müteşekkiriz.



   Malumunuz bu sadece sporda da değil, bir çok alanda böyle, Türkiye'de yatırımcılar sponsor olmaktan kaçınırlar, sponsor olunca AIDS kapacaklarını sanıyorlar, zavallı cahiller demekten başka bir şey söyleyemem. Boğaziçi Jazz Korosunu bilir misiniz, ben biliyorum. Genç ve yetenekli çocuklar, defalarca dünyanın en iyi korolarının yarıştığı yarışmalara çağrıldılar, kimi zaman gidemediler, bazen de ceplerinden ödediler parasını, öyle gittiler. Geçen yıl da yardım paralarıyla ve ufak tefek sponsor paralarıyla gidebildiler, çok güzel ödüllerle döndüler.

   Peki olimpiyatlar? Olimpiyatları almayı çok istedik, ama kabul edelim ki biz bu işi hiç bilmiyoruz. Bu iş çok yönlü bir organizasyon ve çaba gerektiriyor. Önceki olimpiyatlara giden sporcularımızdan kaç tanesini sponsoru vardı? Basketbol takımımız şanslı olanlardan, ama atletizm dallarından haberimiz var mı? Ben bizzat oraya giden ve tüm harcamaları cebinden karşılayan bir sporcu tanıyorum, tek kazancı devlet tarafından ödenen teşvikti ve o teşvik sadece orada harcadığı paranın bir kısmını karşılayabildi. Peki bu sporcu olimpiyatlara nasıl hazırlandı, kim ona tesis sağladı, antrenörüne kim para ödedi? Bu para kimden çıktı.

   Dünya şampiyonu bir bilardo sporcumuz var; Semih Saygıner, eğlenceli bir adam ve çoğu kişi de bu yüzden tanır. Gerçekte spordaki başarısını ise kimse tam olarak bilmez. 3 Bant dalında Semih Saygıner'in kendi adıyla vuruş tekniğinin literatüre geçtiğini kaç kişi bilir, kimse. Şimdi bu kişi Türkiye adına turnuvalara katılmıyor, kulübü adına katılıyor. Kulüp nerede mi, Portekiz'de, Porto adına müsabakalara katılıyor. Evet, hani şu olimpiyatları haketmiyor dediğimiz İspanya'nın yanındaki küçük ülke. Hani şu mali krizden etkilenen İspanya var ya, hani paraları olmayan. Paraları yok, ama Alonso taraftarına soralım; Alonso nereli? Nadal nereli? Dünyanın en iyi futbol kulüpleri denilen Barcelona ve Real Madrid nerede? Futbolcuları gerçekten de bizimkilerden çok daha kötü durumda, öyle değil mi? Adamların girip çıkmadığı spor kalmadı, basketbol, voleybol, atletizm, yüzme vs vs. Ama olsun, bizim paramız var, güldürmeyin beni. Para var ama sponsor olacak baba yiğit nerede? Sporcuya para vermiyorsun, tesis yapmıyorsun, destek çıkmıyorsun, ama ekonomik durum iyi diyorsun. Bizim yatırımcımız kendi parasından ötesini mi düşünüyor. Ama Buenos Aires'e gidip lobi faaliyetleri yapıyorlar, neden? Türkiye'yi çok istediklerinden mi, yoksa buraya gelecek olanlardan kazanacakları sıcak dolarlardan mı?



   Biz hiç bir konuda spora katkıda bulunmayan bu adamlara ne desek az. Yine de diğer taraftan kendi kendine de olsa çalışan, bir şeyler için çabalayan sporcularımız var. Bu sporculardan bir kısmı da motorsporlarında yer alıyor. Zamanında Can vardı, Can Artam. Babası TOSFED başkanı değildi ama çalıştı ve gidebildiği yere kadar gitti, kimse de sahip çıkmadı. Bugün bakıyorum, Yağız Avcı var, Cemil Çıpa vardı Petrol Ofisi desteğiyle, sanırım bu aralar geri dönmeye çalışıyor, Kaan Önder gibi pilotlar var Borusan desteğiyle, sayamayacağımız kadar çok isim var hatta twitterda takip ettiğim ama şimdi isimlerini hatırlayamadığım başka küçük dostlar hala var, çoğu İngiltere yada diğer Avrupa ülkelerinde yarışıyorlar. Türkiye'den sponsorları mı, elbette yok, sponsorları çoğunlukla Avrupalı şirketler. Türkiye'den F1 pilotu mu yetişir diyoruz ya, aslında yetişir, destek veren olursa yetişir. Bugün F1'de bile sponsorlar pilot seçimlerinde bu kadar önemliyken, gerçekten yetenekli olan gençlerimizin yerine koltuklara oturanlar arkasında sponsoru olanlar olacak. Bizim çocuklar mı, Can gibi onlar da bu işten vazgeçecek, zorunda kalacaklar. Yada Avrupa'da başka markalar altında başarılar elde edecekler, biz de buradan öküzün trene baktığı gibi bakacağız.

   Hadi diyelim ki para kıymetli, kıyamıyorlar. Sponsorluk nedir, biraz da bunu konuşalım. Sponsor olunca kimse kimseye hayrına para vermiyor. Sponsor oluyorsun, reklamını yapıyorsun. Reklam ne demek, hani şu bizim medyamızın olimpiyat elemesinde bahsettiği; İspanya THY'nin Messi'li reklamından korktu, Messi'ye olipiyat t-shirtü giydirdi haberlerindeki reklamlar. Hani şu kendini dünyaca ünlü marka sayan, sürekli ihracat rekoru kırdıklarını iddia eden firmaların, dünyaca ünlü sporculara, oyunculara, mankenlere ödedikleri dünyalar kadar paradan söz ediyorum. Onun yerine bu parayı spora yatırsan, hem sen reklamını yapsan, hem de sporcum kazansa anlayışı değil de, Messi kazansın, Kobe kazansın, ben de çok havalı olayım zihniyeti. Manchester United'a sponsor olma arkadaş, gel burada havacılıkla ilgilenenlere sponsor ol, Red Bull Air Race değil, THY Air Race yapalım, ama olmaz, beyefendilerin incileri dökülür, bir katkıları olacak ya, mazallah AİDS kaparlar.

"Otomobil tasarlamaktan anlamayan" bir ülkede Volkan Işık tarafından tasarlanan harika yarış aracı


   Türkiye'de otomobil sektörü gelişti diyoruz ya hani. İşte bir TV programında -ki çok popüler programlardan biriydi, Okan Bayülgen'in yaptığı bir program- bir gece konu olarak otomobilleri ele aldı. Orada şu an adını söylemeyeceğim dünyaca ünlü bir markanın CEO'su vardı ve gelen soruyu ve cevabını söyleyeyim; Soru şu; Türkiye'de otomobil üretebiliyor ve geliştirebiliyoruz ama neden tasarım dalında bir gelişme yok. Cevabı da; Türkiye henüz buna hazır değil. Bu olaydan sonra New York taksi ihalesi yapılıyor, nedense New York halkı en çok Türk tasarımını beğeniyor. İhale bize verilmediği için eylemler yapılıyor, halk karşı çıkıyor. İngiltere'den, Brezilya'dan yapılacak ihalelere teklifler geliyor. Demek ki oluyormuş sayın CEO!!

   Biz sadece bu büyük firmaların araçlarını monte etmiyoruz, Türkiye'de yan sanayi çok büyük, araçların bir çok ufak tefek parçası aslında Türk şirketler tarafından üretiliyor. Aslında Türk yatırımcı da bu işten güzel kazanç sağlıyor ama markalaşma yok. İtalya'daki otomobil yan sanayine örnek bir çok marka söyleyebilirim; Brembo'dan Magnetti Marelli'ye, MOMO'yu bilmeyen yok sanırım. Biz neden bu konuda markalaşamıyoruz? Hadi diyelim diğer dallardan şirketler kendini uzak hissediyor, bu firmalar neden markalaşmaya çalışmıyor, neden sponsorluk ilişkilerine girmiyor, neden otomobil sanayi motorsporlarından bu kadar uzak? Hep yan sanayi olarak kalıp, ucuza iş yapmayı ne çok seviyoruz.

   Bizim yatırımcımız kültürsüz, cahil, geri kafalı ve bu gidişle de hiç değişmez. Biz hala Muhteşem Yüzyıl arasına reklam vermeye çalışalım, biraz da mantıklı yatırımlarla uğraşmayalım. Siz yetenekli çocuklar desteklerseniz ve onlar dünyaca ünlü sporcular olursa sizin markanız dünyanın her yerinde görülür, bundan korkuyorsunuz. Bakın Petronas'a, Türkiye pazarında yoklar ama biz hepimiz tanıyoruz adamları, olur da biri de sizin hiç gitmediğiniz ülkelerde bile markanızı falan öğrenir, allah korusun.



   Bu arada ilk aklıma gelen firma olduğu için ilk olarak Borusan Otomotiv'e, sonra da adını görmüş olsam bile aklıma gelmeyen, bu sektöre yatırım yapan tüm firmalara teşekkür ediyorum. Lütfen aklınıza gelen bu tür firmalar varsa adını belirtin ekleyelim, bu adamların kıymetini bilelim, çünkü bu adamlar neredeyse hiç motorsporunun izlenmediği bir ükede bu konuda yatırım yapıyorlar.

31 Mayıs 2013 Cuma

Monaco'da Mercedes Skandalı

   Monaco GP'de pek çok ilginç gelişme yaşanırken en büyük tartışma yine Pirelli ile alakalı oldu. Mercedes'in lastik testinden en son bahsedeceğim, öncelikle yarışa bakalım. Kazalar ve geçişlerle beraber eğlenceli bir yarış olduğunu söylemek lazım. Sutil ve Perez'in agresif tutumu izlemesi keyifli anlar doğurdu. Tabii bu konuda Kimi sanırım bana katılmayacaktır.

   Sıralama turlarındaki bir kaç sürpriz ile başlayalım; Vergne ve Van der Garde. İkisi de iyi fırsatlar yakaladılar ve bir Caterham Q2'ye kalmayı başarırken, bir Toro Rosso da Q3'e kalabildi. Yarışta Van der Garde bu avantajı kullanamadı, temaslar yaşayan pilot yarışta geriye düşerken, Vergne bir şekilde tutundu ve ilk 10'da bitirerek puan alabildi. Arka grubun lideri konumunu pekiştiren Toro Rosso için önemli puanlardı ve en yakın rakibi Sauber ile puan farkını 7'ye çıkardı.

   Antrenmanlarda kaza yapan Massa ise yarışta yine aynı yerde çok benzer bir kaza yaşadı. Takım sorunun süspansiyonda olduğunu söyledi. Ferrari antrenmanlardaki kazayı pilotaj hatası olarak değerlendirmişti ancak benim tahminim antrenmanlardaki kazanın da sebebi bu sorun olabilir. Kazaların çok benzer olması eminim bir çok kişiyi kuşkulandırmıştır.

   Massa'nın kazasının ardından tam ortalık yatıştı derken Max Chilton devreye girdi. Maldonado'ya çarpan pilot tehlikeli bir kazaya sebep oldu. Yarışın durdurulmasına sebep olan kaza sonrası pist kenarındaki bariyerler yerinden fırlamıştı. Bariyerler tekrar düzeltildikten sonra yarış start aldı ancak ilerleyen turlarda da devreye giren isim Romain Grosjean oldu. Riccardo'nun aracının üstüne çıkan Grosjean tekrar eski günleri yad etti.

   Yarış temposu tam yavaşlamaya başlarken ve biz sıkılacak gibi olurken kazalar devreye girdi. Yarışa canlılık getirdiğini söylemek lazım. Elbette pist üzerinde pilotların sağlığını tehdit edecek durumlar yaşanmaması daha güzeldir ancak Formula 1'in belki de eskisi kadar eğlenceli olmamasıyla bu tür durumlar tempoyu arttıran durumlar haline geliyor. Pirelli'den istenen "daha fazla pit stop" işte tam da bu yüzden. Tek pit stop olunca araçlar pitten çıktıktan sonra tren gibi diziliyorlar ve Monaco'nun geçişe izin vermeyen yapısıyla yarış sıkıcı hale gelmeye başlıyor. Kabul edelim ki yeni pistler de dahil pistlerin geçişi kolaylaştıran noktaları da çok az. Çok pit stop yapıldığında başı dönen kişilerden biriyim. Kimler pite girmedi, kim kaç pit stop yapacak, pozisyon kaybeden var mı gibi sorularla boğuşuyorum ancak aynı lastiklerin farklı pistlerdeki farklı tepkilerini de bu yarışta çok net gördük. Önceki yarış aynı lastiklerle 4 kez pite giren takımlar bu yarışı tek pit stop ile bitirebildiler. Bu da Pirelli'nin işinin ne kadar zor olduğunu bize gösteriyor.

   Ataklara gelirsek; Benim için yarışın yıldızı olmaya en büyük aday Perez'di. Ancak Kimi'ye karşı yaptığı hata ile yarış içinde çizdiği görüntüyü bir anda çöpe atmış oldu. Önce Button'a, ardından da Alonso'ya yaptığı ataklar güzeldi. Hızla içeri daldı ve buna rağmen aracı kontrol edip şikanı kesmeden orayı dönebildi. Ne kadar temiz ataklardı derseniz yeterince temizdi ve elbette biraz risk de içeriyordu. Yine de Kimi'ye yaptığı atak saçmalıktı. Kimi içeriyi kapatırken hala oraya girmeye çalışmanın hiç bir mantıklı açıklaması olamaz bence. Perez bir çuval inciri berbat etti. Sonrasında yarışa kırık kanat ile tutunmaya çalışsa da başarılı olamadı ve yarışı bırakmak zorunda kaldı.

   Benim için Sutil yarışın yıldızıdır. Harika bir yükseliş gösterdi ve performansını yarış boyunca hiç kaybetmedi. Alonso'yu geçişi de onun fırsatları ne kadar iyi görüp değerlendirdiğini bize gösterdi. Force İndia bu yıl gerçekten iyi işler çıkarıyor. Geri planda kalan takımlar arasında Toro Rosso ile harika işlere imza atmaya devam edecekler gibi.

   Kimi'nin Perez ile teması sırasında lastiği hasar gördü sanırım, pitten çıktığında 13. yada 14. sırada falandı ve 4-5 tur vardı. Ekranlara çok gelmedi ancak yarışın sonunda Kimi 1 puan almış ve 10. olmuştu. Kimi her tur birini geçmişti. Merak edenler internetten bulup izleyebilir.

   Yarış böyle bitti, Rosberg yerini kaybetmeden kazandı, Red Bull'lar da onu takip etti. Hamilton ise pozisyonunu pitlerde kaybetti. Monaco'yu baba-oğul kazanan pilotlar demek artık klişe oldu. Mercedes yarışı kazandı ve 25 puanı cebe attı, ama bence bu çok daha büyük bir tartışmaya sebep olacak.

   Yarış öncesi sabah saatleri; Pilotlar toplantıda konuşurken bir şeyden bahsedildi. Mercedes'in lastik testi. Bu da neydi? İşte tüm kavganın başladığı yer. Monaco'da kazananın Rosberg olması da bu tartışmaları daha da alevlendirir.

   Şimdi bu skandalı biraz açalım, tam olarak neler oldu? Tam olarak neler olduğunu bilen yok. Tüm tartışmalar spekülasyondan ibaret ancak ortada gerçek olan bir şey varsa Mercedes Barcelona'da 1000 km lastik testi yaptı ve bunu mevcut araçla yaptı. Mevcut araçla test yapmanın mümkün olamayacağını sanırım hepimiz biliyoruzdur ancak Pirelli'nin anlaşmasındaki bir madde devreye giriyor. Pirelli tüm takımları lastik testine çağırırsa, onlara 1000 km mevcut araçlarıyla lastik testi yapma imkanı doğuyor. Ancak burada kritik olan konu şu; "tüm takımlar". Teste tüm takımların katılma zorunluluğu var, teklif edilmesini de geçtim. Yani 10 takım evet dese, bir takım hayır ben test yapamam dese, hiç bir takım test yapamayacak, bunun da sebebi adil koşulları koruyabilmek.

   FIA izni konusu ise bambaşka bir olay. FIA kendisine danışıldığını doğruladı ancak iznin tüm takımlar ile test yapılmasına tabi olduğunu söylediler, yani Mercedes'le yapılan bir teste izin yok. Tek bir takım Pirelli ile test yapabilir mi derseniz, evet yapabilir ancak 2010 aracı yada daha eski bir araçla yapmasına izin veriliyor. Bu sezon Ferrari bu tip bir test yapmıştı.

   FIA konu ile ilgili de çok net konuşmuyor, test sırasında FIA'nın testi ne kadar kontrol altında tuttuğuna dair de şüpheler var, konuşulanlardan bunu anlıyoruz. Test günlerinde pistte FIA yetkilileri var mıydı, araçte teknik incelemeler yapıldı mı gibi sorular da hala havada. İddialar doğruysa Mercedes bu testte başka parçalarını da test etmiş olabilir ve bu da sorunu büyütür.

   Yazıyı geciktirebildiğim kadar geciktirdim, bu konuda daha detaylı bir FIA açıklamasını bekledim ancak FIA sessizliğini korumakta ısrar ediyor ve o yüzden eldeki kısıtlı bilgiler ve söylentiler ile yazmak zorunda kalıyorum. Dolayısıyla sonuç için sadece çıkarımda bulunmam lazım. Bu işin sonunda çok ağır bir ceza gelmesi ihtimali yüksek gözüküyor. Aksi halde sezon içi testleri yapamamaktan şikayetçi takımların -ki başında Ferrari geliyor, kendi pistleri var- cezayı göze alarak istedikleri testleri yapabilecekleri bir ortam oluşması kaçınılmaz. Mercedes'e ceza gelmemesi yada düşük bir ceza gelmesi kuralların anlamsızlaşması anlamına gelir. Şimdiye kadar hiç bir takım sezon içi test yapmaya kalkışmadı, tabu olarak görüldü. Sonuçlarının çok ağır olacağından korkuldu. Şimdi bunun cezasının ne olacağını hep birlikte göreceğiz.

   Test yasakları hep konuşuldu. Ben test yasağı fikrine karşıyımdır, en azından koşullar yumuşatılarak test yapılması gerekiyor. Şimdiye kadar "asla" yapılamayan testlerin yapılırsa nasıl olacağını görmek ilginç olacak. FIA gerçekten bu testlere bu kadar karşıysa caydırıcı etken olarak verecekleri cezanın da çok ağır olacağını tahmin ediyorum. Puanların silinmesi ve hatta takımın diskalifiye edilmesi gibi seçenekleri masaya koydum. Kararı FIA verecek belki ama FIA kendi içinde hala durumu netleştiremiyor. İşin sonunda Pirelli'ye şöyle bir yaptırım gelmesini de beklemek lazım; adil koşulların sağlanması için Pirelli tüm takımlarla 1000 kmlik lastik testi yapmak zorunda. Bu tür bir yaptırım ise küçük takımlar için ölümcül olur. Bu test masraflarının yaklaşık 1 milyon dolara vardığını düşünürsek Caterham Marussia gibi takımları geçtim; Toro Rosso, Sauber, Williams, Force India gibi takımlar bile bundan olumsuz etkilenecektir. Bu takımlar testlere gitmeyi seçerlerse zaten sıkışık olan bütçelerini bitirecekler. Malum önümüzdeki yıl motor fiyatları yüksek, zaten önümüzdeki yıl için kapsamlı değişiklikler var, bunlar da mliyet anlamına geliyor. Bu yıl araç gelişimi için ayrılan bütçeler de var. Bu takımlar teste katılmamak isterlerse bu sefer de zengin fakir ayrımı gibi bir şey olacak; parası olan test yapsın, olmayan avucunu yalasın. Bu tür bir çözüme gidilmeyeceğini umuyorum. Mercedes'in ağır bir ceza alması sanırım işleri en çok normalleştirecek durum, yoksa sıkıntılar daha da büyür.
 
   Son bir not düşmek istiyorum; Ağaçları korumak ve yeşille bağımızı koparmamak adına Gezi Parkı direnişini destekliyorum. Umarım bu direniş büyür, yükselir ve şimdiye kadar sessiz kalınan yanlışların da sesi olur. Bugün yarıştan resimler yok, bugün resimler Gezi Parkından;





22 Mayıs 2013 Çarşamba

Türkiye'de Formula 1'in sorunları - Bölüm 2 - Medya




   Önceki bölümde taraftarın sebep olduğu sorunları konuşmuştuk. Şimdi sırada sorumlulukları ve başarısızlıklarıyla daha önemli bir noktada olan medya var. Medya bir çok konuda başarısız olduğu gibi konu Formula 1 olunca da aynı olması şaşırtıcı değil. Gazetecilik ve yayıncılık temellerini oluşturan çok önemli maddeler unutuluyor benim ülkemde. Etik açıdan, doğru habercilik açısından, bilginin aktarılması açısından, aklınıza gelen neredeyse her konuda sınıfta kalmış durumda Türk medyası. Spor medyasının bile bir kısmının siyasetçilerin kuklalarından oluştuğu düşünüldüğünde yaşadıklarımız da çok normal değil mi? Zaten spor medyası olduğunu da sorgulamak lazım, belki de futbol medyası demek gerekiyor. Medya da değil, futbol spekülatörleri ve provakatörleri demek daha uygun sanırım.

   Formula 1 kısmına geçmeden önce biraz Türkiye'deki spor medyasını konuşmadan olmaz bence. Geçenlerde bir gencimiz futbol vahşetine kurban gitti mesela. Sonraki günlerde gazetelerdeki haberler acıydı. Şu an Formula 1 yayınlarını veren grubun gazetesinde konu iki futbolcunun maç sırasındaki tartışmasından ibaretti. Bir de Fenerbahçe Emenike ile anlaşacakmış haberi tabii ki. Kalitesine pek itimat etmediğimiz bir kaç spor gazetesini kutluyorum, bir tanesi siyah bir ilk sayfa çıkarmıştı, gencin cenazesinden çekilmiş bir fotoğrafla. Diğer bir gazete de Ziraat Türkiye Kupasının reklamlarındaki metni yayınlamış, ki bence çok manidardır bu reklamın da yayınlanmaya başlamasından hemen sonra bu olayın olması. Kolay değil arkadaşlar bir canın gitmesi, rengin farkı yok bu işte. Peki neden oldu? Medyanın tavırlarından olmasın?

   Medyamız hep bize "takımın namusundur" mantığıyla yaklaştı, canlı yayınlarda medya çalışanları, yorumcular birbirine girdi. Herkes namusunu korudu kendince. Biz namus için cinayet işleyen bir milletiz diye kimse düşünmedi. Sonunda medyanın gazına gelen bir genç katil oldu, başka bir genç de toprağın altında. Medya suçsuz. Medya zaten hep suçsuz, hiç sorumlulukları olmadı. Takım patronlarının da bu ortama çanak tuttuğu açık ancak konu medya malumunuz. İşte böyle bir medyanın bize Formula 1'i nasıl sunduğunu konuşacağız şimdi.



   Önce medyanın yaptıklarını değil de, yapmadıklarını konuşalım. TV'de haftalık kaç saat Formula 1 konusunda bir yayınla karşılaşıyoruz? Yarış haftasonu 1-2 saatlik bir yayın oluyor. Özel platformdan yarışları izleyebiliyoruz zaten, o kanalda hafta içinde de yarışın tekrarlarını izlemek mümkün elbette. Fakat bahsettiğimiz şey bu mu? Spor yayınlarında ne kadar payı var Formula 1'in. Sanırım özel kanalın haricinde neredeyse hiç yer almıyor gibi. Yayıncının sadece yayın hakkı varmış gibi bir ortam var. Yayınlamayan basın organı haberini de yapmıyor. Yayıncının bile ne kadar yayın yaptığını sorgulamak lazım, o da ayrı konu zaten. Spor ortak bir kültürdür, yayıncı ile alakadar değildir. Başka bir basın organı da istediği gibi haber yapabilecekken neden yok? Belki arada bir kaç dakika yarışı kimin kazandığını falan söylüyorlar, belki bir kaç satır yer alıyor gazetenin köşesinde. Ancak bir gazete var ki Formula 1 konusunda bir sayfasını ayırmış. Fanatik gazetesiydi yanlış hatırlamıyorsam, Erbatur Ergenekon koca bir sayfa hazırlıyor Formula 1 konusunda. Türkiye'de bulunmaz nimet. Reklam mı yapıyorsun derseniz, tabii ki de reklam yapıyorum. Duymayan bilmeyen varsa haberi olsun. Biz 2-3 satır yazılara alışmışken böyle bir şeyi de yapanlar varken onlardan bahsetmek benim görevim. Biz onları bol bol konuşacağız, destekleyeceğiz.


Bu da benim katkımdı
    Bireysel girişimler de var elbette, mesela Facebook platformundan Türkiye'deki medyada çıkan haberlerin derlendiği bir sayfa var. Formula 1 Medya sayfasında tüm bu habelere ulaşabiliyorsunuz. Ayrıca sıkıntıdan Mücahid Ekrem ve Sabri Özçınar da caps'ler yapıyorlar Formula 1 konusunda. Yine sosyal medya üzerinde pek çok bireysel oluşum var. Serhan Acar, Metin Mete gibi isimlerinden bloglarından tutun da, Mücahid Ekrem, Pınar Han ve benim gibi daha amatör bloglara kadar pek çok kaynak var. Sosyal medyada Formula 1'in çok daha başarılı olarak ele alındığı bir gerçek. Ayrıca Formula 1 haberlerine de ulaşacağınız pek çok site var malumunuz.

   Medya, sosyal medya karşısında çok yetersiz gözüküyor. Profesyonellerin amatörlere karşı çok büyük farkla geride kalması ilginç, onların işi bu olmasına rağmen biz onların yapması gereken işi yapıyoruz.

   Medyanın yapmadıkları şeyleri saymakla bitiremeyiz ancak yaptıklarına da bir bakarsak ortada gülünç bir durum var. Gazetelerin sayfalarına baktığımızda, ertelenen sıralama turunun galibini yayınlayan mı dersiniz, bir yarış kazanan pilotu şampiyon ilan eden mi dersiniz.... Gerçek dünyadan kopuk yalan yanlış bir sürü haber gördük, güldük. Gülünecek durumda çünkü medyamız, ancak haline gülüyoruz, hem de çok farklı taraflarımızla gülüyoruz.




   Peki ya geçen yılın FIA Ödül Töreni yayını skandalı? Haber kanalının taahhüdü neydi; Ödül törenini yayınlamak, pek ne yayınladılar; stüdyo programı. Stüdyoda konuşulan bazı konular önemliydi, Türkiye'de motorsporlarının sorunlarından bahseden bir kaç ses oldu. Onlar kimdi; Türkiye'de motorsporlarına emek veren bir kaç isimdi ve bu konuşma 5-10 dakikadan ibaretti. Geri kalan kısmında Vettel pasaportu nasıl unutmuş, nerdeymiş, Alonso'nun saçı nasılmış, kılmış tüymüş... Magazin muhabirleri edasında konuşuldu konu. İşin magazinini sevenler vardır, olmalı da. Benim derdim başka bir şey; Biz sporun ne olduğunu konuşmadan magazinini konuşmaya bayılıyoruz. Biz önce daha önemli şeyleri tartışmamız gerekirken magazin konuşuyoruz. Medya bayılıyor bu magazine çünkü onun üstünde konuşabilecek birikime sahip değiller.



   Birkimli yorumcularımız hiç mi yok, elbette ki var. Yıllardır yarış öncesi yada sonrasında özel programlar izledik ve çok değerli isimler vardı. Onlar bize dilleri döndükçe anlattılar, yorumladılar. Fakat hep bir şeyler eksik kaldı. Önceki dönemlerde gençleri stüdyoya getirirlerdi, onlardan yorum aldıkları bir bölüm vardı. Ben genelde o bölümde sesi kısardım. Gençlere saygısızlık olarak görmeyin, ben bazı aptalca yorumlara tahammül edememeye başladım zamanla. O gençlerin suçu değil bu, onlar taraftar ve kendi takımlarından iyimser bir şekilde sonuç bekliyor. Tahminleri sorulduğunda son sıradan başlayan pilotu favori gösteren var, ben nasıl ciddiye alabilirim ki bunu? Programın o bölümü kendince hoş, taraftara da mikrofon vermişler, düşüncesi önemsenmiş, bu güzel bir şey. Ancak zaten 1 saatlik bir programın yarısı röportaj, sıralama turu özeti derken kaynıyor, 15 dakika da gençler konuşuyor, geriye kalan zamanda biz de adam gibi bir şey dinlemeye çalışıyorduk. Süre bu kadar kısıtlıyken gereksiz uğraşlarla oyalandı yayıncılar. Ben isterdim ki biri çıksın işin mühendislik konusundan bahsetsin, biri politik tartışmalardan bahsetsin... Bu iş biraz uzmanlaşma istiyor malum. Biz kalan 15-20 dakikada ustalardan bir kaç bir şey kapabilmenin derdine düştük, onlar da anlatabildiklerini, konuşabildiklerini zaman yettiğince anlattı, anlatmaya da devam ediyorlar.


   Yayınları izledik ama dediğim gibi hep eksikler oldu. Röportajlar izledik, ama ne röportajlar. Soruların hep aynı ve hep saçma olduğunun farkında mısınız? Medyamız hep biraz ezik kaldı, bazı şeyleri sormaktan ya çekindi yada doğru soruları soracak birikime sahip değillerdi. Biz hep Türkiye'de pilotların neleri sevdiğini, İstanbul'u nasıl bulduklarını dinledik. Magazinsel sorular oldu kimi zaman da. Spor konusunda hiç doğru düzgün soru gelmedi. Hatta ödül törenindeydi yanlış hatırlamıyorsam, Jean Todt'a Türkiye GP yapılması yönünde oy kullanıp kullanmayacağı sorulmuştu sanırım. Böyle bir soru sorulabilir mi? Zaten sorulamayacağını da Todt söyledi. Acemice ve bilinçsizce yapılan bir dünya muhabbeti görünce ben o işin o kısmından da soğumaya başladım. Röportajları izlememeye, yabancı yayıncıların yaptığı röportajları izlemeye başladım, belki de zorunda kaldım.



   Peki ya yarışların özel bir platform da yayınlaması ne demek gerekiyor? Türkiye'de sporun zaten tanınmadığından şikayet ederken, sporun daha da toplumdan koparılması değil mi bu? Biz ulaşmaya çalıştıkça elimizden kayıp gidiyor. Eskiden sıradan biri haftasonu televizyonunu karıştırırken bir F1 yarışına rastlayıp seyredebilirdi ancak bugün o imkan yok. Yarışları izlemek isteyenlerin de maddi durumunun ne olduğunu önemli değil, bu yayın için tüm kanalları içeren bir paketi almak zorundalar. Zaten benim de en çok kanıma dokunan noktalardan birisi bu. Avrupa'da da benzer şekilde yayınlanıyor zaten diyenler var. Ancak Avrupa'da sistemin nasıl olduğunu bilmiyorlar. Avrupa'da kanal yada paket sistemi vardır, siz yayını aldığınız platformla görüşür, hangi kanalları yada paketi almayı isterseniz onları seçer, onun parasını ödersiniz. Yani F1 izlemek istiyorsanız, o kanalı alırsınız. Yok illa ben diğer sporları da istiyorum derseniz, spor paketleri vardır, onlardan birini seçersiniz. Kimse size zorla tüm kanalları pazarlayamaz, ama burası Türkiye. Medya patronlarımız yayıncılık kalitesi ve müşteri memnuniyetini önemsemez, paraya bakar. Toplum da sesini çıkarmaz, el mahkum alır. Benim gibi 3-5 kişi de protesto eder, almaz.

   Bir de bazıları çıkar, bu platform olmasaydı yayınları izleyemezdik der. Haksızdır, çünkü işin iç yüzünü bilmez. Türkiye'de yayın haklarını Saran grubu satın aldı ve ihale açtı. Sonuçta zararına bile olsa bir şirkete vereceklerdi. Yani siz bir ürünü satın almışsınız ve kullanamıyorsunuz, satacaksınız. Bunu zararına dahi satsanız sizin için kardır, elinizde kalmasından iyidir. İhaleye giren tek şirket Doğan grubu değildi, TRT ve NTV gibi yayıncılar da ihaleye katıldı. İhalede TRT daha erken çekilirken en büyük oynayan NTV oldu. Doğan grubu yayınları CNN Türk aracılığıyla vermeyi düşünüyordu ancak NTV'ye kaptırmamak adına ücretli  platformda yayınlayarak yüksek teklif verdiler. Yani şu anki yayıncı satın almamış olsaydı şu an yayınları ücretsiz olarak diğer kanaldan izliyor olacaktınız.

   Formula 1 izlemek isteyenler artık para ödüyorlar yada benim gibi yabancı yayınlardan izliyorlar. Çoğu haftasonunu da arkadaşlarımla dışarıda izliyorum, yani çoğu zaman o yayını izliyorum. Bir tane de olsa paket satmamış oluyorlar böylece. Kaybım da yok kısacası.



   Medyanın eksiklikleri Türkiye GP'nin başarısızlığına etkili oldu. Türkiye'de yarış yapılırken medyada ne kadar yer aldı diye sormak gerekiyor. Medya inatla spordan uzak durdu, haber yapmadı. Topluma ulaşmayan bir haberin suçunu insanlarda aramıyorum, onlar bu spordan hep habersiz kaldılar. İstanbul'da yarış olan günlerde Türkiye'de kaç kişinin haberi vardı, onu da geçtim İstanbul'da kaç kişinin haberi vardı? Büyük çoğunluğun ruhu bile duymadı. Red Bull şu günlerde eskiden Flug Tag ismiyle bildiğimiz, şimdilerde uçuş günü dedikleri organizasyonu yapma hazırlığında ve bu organizasyon bile çok daha iyi duyurulmuş durumda.

   Bizim medyamız işini yapmıyor. Konu sadece Formula 1 değil, geçenlerde Cumhurbaşkanlığı bisiklet turu vardı, ne kadar önemli bir organizasyon olduğu meraklısı bilir. Genç yeteneklerin çoğu katılım gösteriyor bu organizasyona ve önümüzdeki yıl Contador'un katılmayı düşündüğü söylentisi bile çıktı. Bu organizasyonu bir Türk sporcu kazandı; Mustafa Sayar. Medya ne kadar ilgi gösterdi peki? Olimpiyatlarda başarı kazanan sporcularımızdan tutun, dünya şampiyonu kürek takımlarımıza, bilardo sporcularımıza kadar... Medyada hiç birinin değeri yok. Biz hep deriz ya; "Türk yarış pilotu olsa, Türk takımı olsa ilgi olur" diye, Türkiye'den ne yetenekler çıkıyor ama hiçbirinden haberimiz bile olmuyor, Formula 1 pilotu olsa biz bir kaç bin kişinin haberi olur, geri kalanın ruhu duymaz. Medya futbol denilen bir hastalığa tutulmuş gidiyor. Futbol elbette bir spor olarak güzeldir ancak biz de artık o nokta çoktan aşıldı, namus oldu futbol. Benim kuzenim bile şunu söyleyebiliyor; "Anneme ve tuttuğum takıma küfredenin ..." Peygamberine, dinine küfretsen sesini çıkarmaz ama konu futbol olunca iş namus meselesi oluyor, çok yazık.

   Biz sporseverliği öğrenemedik, bunda da en büyük pay medyanın elbette. Formula 1'in medyada yer almaması çok büyük bir sorun ancak bir taraftan da düşünüyorum da; bu medya Formula 1 işine girerse birbirini öldüren McLarenci Ferrarici Red Bullcu görür müyüz? Belki de böyle bir medyanın Formula 1'e hiç dokunmaması en iyisidir, kim bilir...

13 Mayıs 2013 Pazartesi

İspanya'da Pirelli Şovu




   İspanya yarışının pek de keyifli bir yarış olduğunu söyleyemeyiz sanırım. Yarışta en çok göze batan şeylerin başında en sert hamurlarla bile 4 pit stop yapılması geliyordu sanırım. Mercedes'in muhteşem sıralama turu derecelerinin de yarışta Pirelli lastikleriyle beraber eriyip bittiğini gördük. Alonso'nun da az daha zaferinin önüne geçecekti Pirelli'deki delik. Vergne'in parçalanan lastiğinden bahsetmeye gerek bile yok sanırım. Yarış biterken Hembery'den de sansasyonel bir açıklama geldi zaten. Pirelli haftasonu demek sanırım daha doğru olacak. Yine de biz bir taraftan Avrupa'nın ilk yarışının aslında Avrupa sezonunun küçük bir göstergesi olduğunu da düşünürsek takımların durumlarını da az çok değerlendirmek mantıklı olacak.



   Önce yarışın en çok göze batan takımıyla başlayalım; Mercedes. Mercedes sıralama turlarında muazzam bir iş çıkardı. Açıkçası yarış öncesi farklı şeyler düşünüyordum. Araç gerçekten hızlıydı ama Mercedes güncellemeler ile lastik aşınmasını da çözmüş olabilir diye bir düşüncem de vardı. Çünkü en büyük sorun lastikse sadece hız odaklı bir güncelleme yapmazsınız, zayıf noktanızı güçlendirmeniz de gerekir. Mercedes benim gibi düşünmemiş yada becerememiş olacak ki yarışta eridiler. Hamilton'ın lastiği yaktıktan sonra nasıl sıra kaybettiğini görmüşsünüzdür. Arkasındakilere sırayla geçildi ve ilk çizgiden başlayıp puansız kapattı yarışı. Rosberg biraz daha tutunabilse de durum onun için de pek parlak değildi, ancak 6. olabildi. Mercedes bu lastik sorununu çözemezse pole almalarının hiç bir anlamı yok, malum pole için kimseye puan verilmiyor.



   Red Bull burada lastik ayarını tutturamayan diğer bir takımdı. Takım lastiklerden şikayetçi olmaya devam ediyor. Tam performanslarını gösterememekten şikayetçiler ama merak ettiğim şey; Ferrari ve Lotus acaba tam performanslarını kullanıyorlar mı? Red Bull'un bu bahanelerine alıştım desem yeridir. Avrupa yarışlarında Ferrari'nin gerisinde gibi gözüküyorlar şimdilik. Lotus'a göre performans anlamında bir parça önce olabilirler ancak Lotus'un da lastiklere nazik davranıyor olması sayesinde Lotus RBR'nin önünde yer alabiliyor, çünkü daha az pit stop yapabiliyorlar. Tabii Avrupa sezonu böyle mi geçer derseniz, RBR Monaco'ya çok uygun bir araç, orada başarılı olabilirler. Yine diğer taraftan Pirelli'nin RBR'ye uygun lastik üretmesiyle zaten tablo karışacak gibi gözüküyor. Red Bull şu an geride olabilir ama Pirelli'den istediklerini alabildiler ve İngiltere'den sonra geri dönecekler, sonrası belirsiz.



   Ferrari Avrupa yarışları öncesinde de çok iyiydi ancak puan tablosundaki duruma bakarsak zaten 2 aptalca hatanın eseri. Alonso'nun Vettel'e teması ve DRS sorunu ve Massa'nın lastiği onların puanlarını silip attı. Burada sorun yaşamamış olmalarının sonucunda tabloyu gördük, 2 kırmızıdan oluşan podyum seramonisi. Bana sorarsanız Ferrari önceki yarışlara göre bir adım daha öndeydi, araç gittikçe gelişiyor ve bu hızlarını korurlarsa şampiyonluğun adayı olarak görebiliriz. Yine de işleri yöneten Pirelli, İngiltere'den sonra yeni hamurlar ile nasıl bir performans gösterecekler belirsiz. Şu tabloda 2 şampiyonluk da Ferrari'nin olur gibi gözüküyor ancak Pirelli dengeleri değiştirdiğinde muhtemel bir RBR şampiyonluğu bize göz kırpıyor.



   Lotus yine iyi lastik koruyarak ve doğru strateji ile 2. basamakta yer aldı. Kimi'nin gerçekten iyi bir pilot olduğunu da düşünürsek bu şaşırtıcı değil. Lotus'a baktığımda sezonun Ferrari ile favori olan takımı. Bazı pistlerde sorunlar yaşıyor olsalar da bir şekilde başarılı oluyorlar. Allison'ın ayrılması sezonun son yarışlarındaki güncellemeleri etkiler mi, etkilemez diye umuyorum ama yine de bir soru işareti var. Kimi'nin de geleceği belirsiz, RBR söylentileri ayyuka çıkmış durumda. Lotus bu yıl çok iyi ancak uzun vadede çok parlak bir gelecekleri yok.



   McLaren'e bakalım; İspanya onlar için geri dönüş anlamına gelebilirdi ancak olmadı. Geçen yıl Ferrari'nin yaşadıklarını yaşıyorlar ve hiç kolay günler değil. Perez son iki yarışta çok iyi iş çıkardı. Perez'den umudumu kesmeye başlamıştım ancak şimdi görüyoruz ki Perez doğru kararmış. McLaren aracı için ise çok söylenecek şey yok. Tünel-pist uyumu sorunları olduğu söyleniyor. Geçen yılın Ferrari'si tasarım aşamasındayken tünelde sorun olduğunu anlamışlardı sonradan, tabii böyle olunca bir sezon boşa gitti. İşin ilginci yanlış tasarlanmış bir araçla az daha şampiyon olacaklardı, ki bu da Ferrari'nin son yıllarda ne kadar iyi bir teknik ekip oluşturduğunu gösteriyor. McLaren ise aynı koşullarda değil. McLaren Lowe'ü kaybetti ve teknik ekip açısından da bazı şeyler yerine yeniden oturtulmaya çalışılıyor. Bu keşmekeşte McLaren için bu yıl geçiş yılı olacak gibi. Önümüzdeki yıla odaklanmak işte bu senaryoda en mantıklısı.



   Force India İspanya'da da fena değildi, Di Resta McLaren'in önünde 7. sırada yer aldı. Onlar için iyi bir yıl, ellerine geçen bu fırsatı iyi değerlendirmeleri lazım. Orta sınıf takımlar ara sıra çok iyi araçlar üretirler ve bunun da meyvesini yerler. Geçen yıl Sauber çok iyi bir araca sahipti ama orta sınıf takımların sorunu olan istikrar... :Bu yıl araç yeterince iyi değil, hatta kötü durumda. Force India gelecek yıllarda ne yapar bilinmez, o yüzden bu yıl ellerine geçen fırsatı iyi değerlendirmek zorundalar. Bijon sorunlarıyla bir yarışı ellerinden kaçırdıklarını unutmayalım.



   Sauber demişken, onların durumu iyi değil, İspanya'da puan bile alamadılar. Yine de Gutierrez biraz alışmışa benziyor, çizgisini korursa Sauber için iyi haber. Hulkenberg için zaten söylenecek söz yok, kalitesi belli. Geleceğin şampiyonu olarak gördüğüm isimlerden birisi. Gurierrez'in de kendini toparlamasıyla pilot açısından sorunları kalmaz ancak araçta çok eksikleri var, bunu nasıl telafi ederler, işte mesele de bu zaten.



   Williams 2 yetenekli pilota sahip ama iş araca geldiğinde onların da şansı pek iyi gitmiyor. Sauber ile benzer bir kaderleri var. Bottas biraz daha kendini toparladı ve alıştı diyebiliriz. Sezon ortasında Gutierrez-Perez-Bottas gibi araçta yeni olan pilotların katkısının daha da artması güzel olur. Ancak Williams araca bir çözüm bulmak zorunda, ayrıca Sauber bir ortak yanları da yeteli sponsora sahip olamamaları. Daha fazla kaynaklara da ihtiyaçları olduğunu düşünüyorum.



   Toro Rosso da İspanya'da bir puan aldı. Riccardo iyi iş çıkarıyor. Takımları iki gruba ayıracak olsak ilk 6 takım ve sonraki 5 takım diye ayırırdık sanırım. İlk 6 takım arasında son sırada McLaren var, 29 puanları var. 7. sırada Toro Rossa var 8 puanla. Arka grubun başında yer alıyor Torro Rossa ve Sauber'den 3 puan öndeler. Williams ve diğer arkadaki 2 takımın puanı ise yok. Torro Rossa kendi liginde lider durumda, ön sıraları zorlayamazlar, onların hedefi Sauber'in önünde 7. olmak gibi gözüküyor şu an.



   Arka ikili de ise son yarışlarda Caterham'da bir kıpırdanma oldu. Marussia ilk yarışlarda çok iyi olsa da, özellikle Bianchi, son yarışlarda Pic Caterham ile arka grubun liderliğini aldı. Caterham-Marussia-Caterham-Marussia dizilimi iki takımın dengeli olarak ilerlediğini bize gösteriyor, Cat bir adım önde olsa da. Bianchi sezonun en çok konuşulan çaylağı sanırım ve gerçekten yetenekli gibi gözüküyor. Orta sınıf bir takımda şansını denerse fikirlerimiz daha net olacak.

   Avrupa yarışlarına ilk adımı atarken yarıştan çok takımların değerlendirmesini yapmak bence daha önemliydi. Çünkü İspanya'daki senaryo aslında Avrupa yarışlarının da nasıl geçeceğinin habercisidir. Bu her zaman böyle olmuştur ancak; Pirelli'den gelen haber işleri biraz değiştirmiş olabilir. Şimdi biraz bundan bahsemek lazım.



   Paul Hembery çok ilginç şeyler söyledi, bence onun sözlerinden bir alıntı yapmak gerekiyor;

"Silverstone için değişiklik planlıyoruz ancak bir çok takımın buna karşı olduğunu ve belki de sadece birisinin desteklediğini bilmelisiniz."

"Değişiklik yapacağımı söylediğimde bugün podyumda yer alan kişiler bundan mutlu olmayabilir ve siz basın mensupları Silverstone'a geldiğinizde şampiyonluğu Red Bull'a verdiğimizi söyleyebilirsiniz. Bir şeyler yapsanız da yapmasanız da eleştiriliyorsunuz."


   Hembery sadece birisinin desteklediğinden bahsederken hangi takım olduğunu da zaten açıkça belirmiş; Red Bull. İngiltere'de şampiyonluğu Red Bull'a verdiğimizi söyleyebilirsiniz diyor. Bir önceki yarış Bahreyn'de aslında Red Bull ile Pirelli arasındaki gizli kapaklı görüşmelerden bahsetmiştim;


   Pirelli ile RBR arasında bir ay önce bir şeyler konuşulmuş gibi gözüküyor, ancak Pirelli şu an fikir değiştirdi anlaşılan. Diğer takımlarla da Pirelli arasında bazı görüşmeler olmuş olacak ki Pirelli şu an lastik hamurlarında büyük bir değişikliğe gitmeyecek gibi. Bu bazı açılardan olumlu elbette, lastikleri çözmüş olan takımlar için adaletsizlik olacağı aşikar. Yine de bu lastiklerin fazla aşınması yarışların seyrini çok fazla değiştirdi ve bu değişiklik bence çok olumlu değil. Kim pite girmiş, kim hangi stratejiyi yapıyor anlamaya çalışmakla uğraşıyoruz ve pist üzerindeki mücadeleleri özler olduk. Hamurlarda değişiklik yapılması bence gerekli ancak adaletli olması açısından sezon sonunda yapılması sanırım en uygunu olacak. Tabii bu arada lastiklerin de sadece teknik olarak değil, politik bir rolü olduğunu gördük ve takımlar arasında bu yüzden tartışmalar devam edecek gibi. Elbette her takım kendisi için en iyi sonuçları olacak sonucu istiyor ve doğru olan hangi takımın istediği diye bir şeyden bahsetmek bence çok mantıklı değil. O yüzden takımların davranışlarını övmek yada yermek sadece taraftarlıktan kaynaklı olacaktır. Burada haklı yada haksız taraf yok, herkesin derdi kendi takımının hızlı olmasını sağlamaktan ibaret.


   Şimdi görünen o ki Pirelli her şekilde eleştiri aldığından bıkmış olacak ki RBR'nin teklifini değerlendirme kararı almış. Adil mi derseniz asla! Peki gerekli mi derseniz, gerekli. Pit stoplardan başımızın dönmesi ve taktik savaşları yüzünden mücadele yaşanmaması hoş olmuyor. Her şeyin tadında kalması gerekir. Elbette ben de istemem eski yarışlardaki gibi herkesin başladığı sırayla yarış bitirmesini ancak çözümler sporun doğasından değil de, hep böyle suni etkenlerden gelince bir yerde gelip patlaması da beklenmeliydi. Araçlarda bir sürü parçayı yasakladılar, motor gelişimleri donduruldu, sözüm ona bütçe kısıtlaması. Ancak bütçelerin kısıtlanmadığını, eski yıllardaki gibi olduğunu da biliyoruz. Bu suni yöntemler de şimdi böyle çıkmazlara sebep oluyor işte.



   Ferrari-Lotus gibi takımlar açısından bir dönüp bakın; siz lastikleri çözmek için çalışmışsınız, başarmışsınız, yarışlarda da başarılar kazanıyorsunuz ve sadece bir takım çıkıp lastik firmasıyla anlaşıyor ve lastikleri kendi aracından verim alacak biçimde değiştirtiyor. Ne düşünürsünüz? Şampiyonluğun Red Bull tarafından satın alınmasından ve Pirelli'nin şampiyonluğu satışa çıkarmasından bahsediyorum burada. Sporun, başarının satışa çıkması... Pirelli de kendince haklı değil mi, nasıl olsa her halükarda eleştiriliyorlar, öyleyse bir takımla anlaşıp buradan kazanç elde etme fırsatını neden değerlendirmesinler? Red Bull açısından bakın bir de, bir konuda sorun yaşıyorsunuz ki lastiklerden bahsediyorum. Lastik firmasıyla anlaşıp lastikleri değiştirme şansı yakaladınız, yapmaz mıydınız? Başarıyı satın alma şansı elinize kadar gelmiş ve bunu yapacak imkanlara sahipsiniz, öyleyse bunu yaparsınız, çok basit bir denklem.

Sorun burada herhangi birinde değil, başarının lastik etkenine bu kadar çok bağlı olmasında yatıyor. Başarının anahtarını lastikler haline getirirseniz, lastik üreticisini kral yaparsınız ve o da istediği gibi sporla oynamaya başlar, istediği takdirde kimin başarılı kimin başarısız olacağına da karar verir, şampiyonluğu açık arttırmaya da çıkarır. Sporu yönetenler de bu adaletsizlikleri ve düzensizliği izlemekle yetinir ancak.



   Bu anlattıklarımın varsayım yada komplo teorisi olduğunu daha önceden söyleseydiniz, olabilir derdim. Ancak Hembery bunu açıkça bir biçimde ifade etti öyle değil mi? Bir takımın avantaj sağlaması ne demek? Hamurlar değişse Mercedes de avantaj sağalayabilirdi ancak ortada "bir takım" var, tek bir takım. Tek bir araca avantaj sağalamak üzere üretilen lastikten bahsediyor, hangi araç olduğunu da söylüyor; Red Bull'a şampiyonluğu verdiğimizi söyleyeceksiniz derken. Yani Red Bull avantaj sağlayacak bu lastiklerle. Red Bull bunun karşılığında ne gibi bir ödeme yaptı yada Pirelli'ye ne tür başka türlü özel imtiyazlar verdi bilinmez ancak Hembery bu anlaşma bitmiş gibi net konuştu.

   Diyelim ki lastikler değişti ve RBR hala Ferrari ve Lotus'un gerisinde, işte o zaman çok gülerim. İstediğiniz lastiği sipariş ettiğiniz halde rakiplerinizin gerisinde kalıyorsanız, gülünecek haldesinizdir. Bunun başka hiç bir izahı yok.

   Daha az politik, daha çok spor diyenler lastik hamurlarındaki değişime karşı olacaktır eminim. Ben ise olayın o kısmından çok, sporun bu kadar ayağa düşmüş olmasına üzülüyorum. Burada haklı olan yada haksız olan takım yada üreticiden bahsetmiyorum, burada sporda başarının pazarlıklarla el değiştirilmeye çalışılmasından bahsediyorum. Politikanın da ötesinde bir şey bu. Politika yaparsınız, rakiplerinizle sürtüşür, akıl oyunları oynarsınız. Hatta bazen farklı yollardan da maddi kazanç sağlayabilirsiniz. Ancak sonucu satın almak? İşte buna benim de tahammülüm yok. Sporu bu noktaya getirenlerin hiç mi sağ duyusu kalmadı acaba?

   Daha güzel yarışlarda, daha iyimser tartışmalarla görüşmek dileğiyle...

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Türkiye'de Formula 1'in sorunları - Bölüm 1 - İzleyiciler


   Türkiye motorsporları biraz üvey evlat muamelesi görüyor ne yazık ki. İşte ben de bunu kaleme almaya karar verdim ancak sorunları deştikçe altından neler neler çıktı. Baktım bu iş olmayacak, ben de bunu bir bölümlemeyi tercih ettim. Bir laf vardır; İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına... Ben de kendimden başladım; izleyiciden...

   Biz izleyici olarak her zaman takımlara, pilotlara destek verdiğimiz için, Türkiye'de yarış olmasına destek verdiğimiz için gurur duyduk. Ülkede kıymeti bilinmemiş bir spor dalına sahip çıktık, destekledik ve gurur duymak hakkımızdı. Yine de sormadan edemiyorum; Biz acaba bu işin getirdiği sorumluluğu bilebildik mi? Türkiye'de azınlık olan bir kitlenin hareketlerine daha çok dikkat etmesi gerekir, malum bir futbol maçında tek bir taraftarın taşkınlığı bile takıma mâl ediliyorsa, biz bu kadar azken bizim içimizdeki arkadaşlarımızın hareketleri nelere sebebiyet veriyor?


   Çok uzağa değil, bir kaç yıl öncesine dönüp bakalım; bir gazetenin köşe yazarı olan Selahattin Duman F1 izleyicileri hakkında neler neler yazmıştı, hepimiz çok kızdık değil mi? Peki hiç düşündük mü bu adam ne demek istemiş diye? Selahattin Duman yermeyi seven bir adam, bunu da biraz alaycı bir dille yapmasını da bilir. Belli ki dikkatini çeken bir şey olmuş ki bununla alay etmiş. Konu belli; Formula 1'in Türkiye'ye uymamış olması. Bunda da sebebe gelince bizim insanımızı göstermiş alaylı bir dille. İzleyicileri de kendince ikiye bölmüş, bir tarafta babadan zengin şımarıklar, bir tarafta hevesli olan gençler.

   Şımarık zengin çocuklarına gelmeden önce şu bizim üniversiteli gençler dediği kitleye bir bakalım.

"Formula yarışlarına düşkün gençlerin ikinci türü ise genellikle orta halli ailelerin çocukları.. Çoğu memur bebesi.. 
Bunlar bu işe televizyondaki yarışları seyrederek sardırırlar ve “Çok param olsaydı var ya! Şu arabayı alırım..” hayalini kurarlar..
          Genelde üniversite öğrencisidirler..
Diplomayı aldıktan sonra “Master yapasım geldi..” numarası ile iki üç sene daha evden geçinirler..
Şanslı olanları sonunda zor zahmet bir iş bulurlar.. Aldıkları ilk maaş onları Formula olayından soğutur.."

   Şöyle bir bakıyorum da, aslında haklı gibi. Gençliğinde yarış için ölen, sonra işe başlayınca "Zaten bütün hafta çalışıyoruz, bir gün de dışarı çıkalım, yarışların da zaten eski keyfi yok ki" teranelerine başlayan çok gördüm açıkçası. Gençlikte bir bakarsın, merak haddinden fazladır, parası olsa takım kuracak gencimiz, ama gençlik hevesi mi desek, hayran gönüllülük mü desek... Belli bir süre sonra bu çok ateşli kitlenin merakı da bir o kadar çabuk küle dönüşüyor. Çok seven, çabuk terkediyor kısaca.



   "Şımarık zengin bebeleri" olarak bahsedilen kısım ise ayrı bir dünya... Monaco'da yarış seyretmek isterler ama olmaz tabii ki, onlar da diğer Avrupa yarışlarına meylederler. Hepimizden çok yarış izlemişlerdir canlı olarak, bütün pilotlarla tanışmışlardır. Bunlar elbette güzel şeyler, buraya kadar sorun yok. Sorunun başladığı yer bu kitlenin bir kısmını ilgilendiriyor zaten; çok gezen mi, çok okuyan mı bilir kısmında.

   Yarışları yerinde izlemeyi sanırım herkes ister ancak gerçekçi olalım, her yarışı yerinde izleseniz de bilmek bambaşka bir konu, hele ki konu Formula 1 ise. Çok geniş bir alan ve her şeye yetişmek imkansız gibi. Bu yüzden çoğu arkadaşım gibi kişiler uzmanlaşmaya başlarlar. Bazıları politikasıyla ilgilenir, bazıları teknik kısımlarıyla, hatta teknik kısımlarla ilgilenenler bile kendi işinde bölünürler. Aero farklıdır, mekanik farklıdır. İşte böyle bir geniş konuda birden biz bu "zengin bebeleri" F1 uzmanı olarak görürüz karşımızda. Halbuki oturup F1 anlatmasını isteseniz söyleyebilecekleri de pek bir şey yoktur, 15 dk konuşur, sonra hangi pilotla nasıl tanıştığı macerasına girer kalır, bilgi yoktur. Ancak anlatana da muhalefettir, sorarsan da "Ben yarışlarda oradaydım, sen benimle mi kıyaslıyorsun" tadına gelir tartışma.

   Ben Selahattin Bey'in yazısına tamamen katılmıyorum elbette ancak biraz da kendimizi eleştirecek olursak haklı olduğu kısımlar var ne yazık ki. F1 izleyicisinin de bu şekilde algılanması ve sporun bu ülkede algılanamamış olmasında bizim payımızı es geçmek fazla iyimserlik olurdu.



   Peki biz kendi aramızda sporu tanıtmak, yaymak için neler yapıyoruz? Bizim bu konuda hiç bir sorumluluğumuz yok mu? Gelen yanıtları aslında şimdiden duyar gibiyim; "İnsanlar sevmiyor, hemen kanalı değiştiriyor. Aynı pistte dönüp duran arabalardan ne anlıyorsun" diyorlar. Bu tür bahanelerin ardına saklanmak çözüm mü? Ayrıca bu bahanelerin de artık gerçek olmadığını biliyorum. Her kitleden insanla yarış seyrettim, seyrettirdim, tek bir kelime de duymadım. Boğaz'da lüks restoranda da yarış izledim, köşe başındaki kır pidecisinde de, nerede olursam olayım mekandaki herkes kafasını kalırıp yarış seyretti. Kimse de durumu yadırgamadı. Kır pidecisindeki işçi-memur olan, sıradan vatandaş dediğimiz insanların ilgisi çok daha fazla, bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Adamlar yemeği bitince kalkıp gitmedi, yarış bitene kadar oturdular, maç seyreder gibi seyrettiler, ben de arkalarında oturup pis pis sırıttım. Elit bir spor diyenler halt etsin diyorum sadece. Yada benim halkım cidden çok elit ama kıymeti bilinmiyor.

   Bahanelerin ardına sığındık, azınlığız dedik, büyüyemedik. Bunda suçlu olan başkaları değil, biziz. Biz tanıtamadık, izletemedik. İzlettiğiniz zaman alınan tepkiler her zaman olumlu olacaktır. Eskiden yarışları izlediğim bir bar vardı, her yarış haftasonu arkadaşlarımla oraya giderdim. Bir ara bıraktım, sonra gittiğimde barmen Birol abinin ilk lafıydı; "Abi bizim yarışlar hangi haftalar oluyor ben bilmiyorum, bazen gelenler oluyor, bu hafta yarış var mı diye soruyorlar, ben de izliycem ama nasıl yapıcaz onu" Ha tabii 40 kişi bir mekanda yarış izlerseniz gürültü olur, şikayet alırsınız o ayrı.



   Şimdiye kadar çizdiğim tablo hoş mu, bence değil. Hatalarımız çok ancak bu kadarla da sınırlı kalmıyor. Türkiye'de çoğu insan F1 izlerken fanatizm havasına bürünüyor. Biz futbol izlerken de böyleyken bu sonuç normal. Ancak bu tavırlar kırıcı da olmaya başlıyor, hatta hararetli tartışmalar sonucunda mantıktan çok uzak şeyler ortaya çıkmaya başlıyor bazı internet ortamlarında. Sporu varolan biçimiyle sevemiyoruz, hep bir şeyleri kabullenememe durumumuz var. Hazımsızlığımızın sebebi nedir bilmiyorum ancak kimi zaman dönen tartışmalara bakınca ilkokuldaymışım gibi hissediyorum. Elitist mi yaklaşıyorum olaylara, evet! Azınlık olan bir kitleyseniz ve bu sporu tanıtmayı da amaçlıyorsanız, bu ülkede yarış olsun istiyorsanız bu şekilde davranarak bunu yapabilirmisiniz? Elit olmak, özel olmak, çekici olmak zorundasınız. Cazibesi olan bir kitle olamazsanız büyüyemezsiniz. Yok ben yarışımı izlerim, gerisi çok da umrumda derseniz siz bilirsiniz, yarışları paralı kanallardan izlemeye, Avrupa'da yarış izlemek için para ödemeye katlanın derim, ama şikayet etmeyin sonra, çünkü bunu kendiniz istediniz.

   Biz zaten F1 izleyicisi olarak sadece takımlar pilotlar gibi konularda değil, her konuda ayrışmayı seviyoruz. Türkiye'de bu konuda hizmet veren internet platformlarının bile taraftarları var, onlar kendi arasında tartışma derdinde. Hangisi iyi, şu mu iyi, bu mu iyi? Sen mi daha çok biliyorsun, ben mi? Sen hangi yorumcuyu seviyorsun, ben hangisini seviyorum? Hep taraf olmaya çalışmak, hep düşman yaratmak, peki ama neden? Cidden elinize ne geçiyor sevgili izleyicisi kitlesi. Bir araya gelip adam gibi bir şeyler yapmak varken neden kendi iç savaşlarınızı yaratıyorsunuz?



   Arada bir hep duyarım, bir oluşum olsun, bir dijital dergi, bir internet platformu, bir pod-cast vs vs... Hep projeler vardır, fikrimi soranlara da hep destek olmuşumdur. Ancak merakım da büyüktür bu konuda. Bu işler hep kapalı kapılar ardında konuşulur, hep birilerinden gizlenilir, ama neden? Niye kimse de çıkıp, abi biz böyle böyle bir iş yapıyoruz, bunu da herkese duyuruyor ve herkesin fikrini alıyoruz demiyor ki? Neden hep gizli kapaklı işler döner, kimden bu korku? Ayrıca o projelerin de hiç başarılı olduğunu görmedim, o da ayrı bir konu zaten. Gençlik hevesi demiştik ya başında, bu da öyle bir şey işte. Ben bir blog açana kadar 100 kere düşündüm, acaba devamlılığını ne kadar sağlarım dedim, ölçtüm biçtim. Bazılarına bakıyorum da adamlar uçmuş gidiyorlar, bıraksan motorsporları kanalı kuracaklar. Bu heyecanı biraz realist olarak değerlendirseydik ve bir araya gelseydik şimdiye kadar öyle güzel platformlarımız olacaktı ki... Ama kendi aptallığımız ve hayran gönüllülüğümüz...

   Kısaca ortaya bir şey koyamamış, olmaması gereken yerde fazla iyimser olup, iyimser girişimlerde bulunulması gereken yerlerde bahanelerle sorumluluktan kaçan bir kitleyiz. Kendi kendimizi bölmüşüz, taraflar yaratmışız. Saldırmaktan, kırıcı davranışlardan kaçınmıyoruz, mantığa sahip olmayan argümanlarla konuşuyoruz. Tüm bunlar olurken biz hep başkalarını suçluyoruz; Medya, devlet, yatırımcılar... Bunların elbette yanlışları var ve sonraki bölümlerde onları da işleyeceğim ama önce bir aynanın karşısına geçin. Kendinize sorun; Ben ne yaptım ki ne istiyorum. Farklı takımları, farklı pilotları sevebiliriz, yarışları da tartışabiliriz, rekabet sporun bir parçası elbette. Bunları konuşalım ama bu konu bittiğinde karşımızdaki farklı fikirlerde olan insanla beraber bu sporu sevenler olarak aynı saflarda da yer alabilelim. İşte bunları yapabilirseniz, işte o zaman eleştirileriniz olgunca gelişir ve sonuçlarını da daha çabuk alırsınız.



   Belki bu yazıyı okuyan çoğu kişi değişmeyecek ancak bir yerlerde birileri kendine dönüp kendisini sorgulayacaksa bu da bir gelişmedir. Tabii bir taraftan da eleştirileri kişisel algılayanlar çıkacak. Bazıları eleştirilenin kişiler değil de davranışlar olduğunu idrak edemeyecek elbette ki. Eğer merak ediyorsanız şimdiden söyleyeyim, yukarıda yazan davranışlardan birini bile yapıyorsanız, evet sizi eleştiriyorum ve bunu sizin iyiliğiniz için, sporun iyiliği için yapıyorum arkadaşlar. Merak etmeyin yüzlerce F1 izleyicisi arkadaşım var ve herkese laf yetiştirmeye de çalışamam. Sadece sizden isteğim biraz olgunluk, biraz anlayış, biraz birliktelik. Kırıcı değil, yapıcı eleştirilerle bir araya gelebilmek ve doğru bir tartışma platformu oluşturabilmek. Doğru noktaları tartışmak ve doğru eylemlerde bulunabilmek önemli olan. Biz bunu yaparsak belli adımlar atmaya başlarız, yerimizde saymanın ötesine geçeriz.

   Sonraki yazı da konumuz Medya olacak, medyanın spora ilgisizliği ve yapılan yayınların kalitesizliği, hepsini tek tek ele alıyorum. O yazıya kadar biz de biraz kendimizle başbaşa kalalım ve kendimizle hesaplaşalım bence, buna her F1 izleyicisi gibi ben de dahilim.

   Not: Dijital Motorsporları dergileri lafı geçmişken; Yarış adında bir dijital dergi var, meraklısı için tavsiye ederim. Okumak isteyenler için buyrun linki; http://data.axmag.com/data/201305/U50002_F211368/FLASH/index.html